BİGTAY Parion´dan Kemer´e Geçmişten Günümüze Tarih Doğa Ve Kültür Yürüyüşünde!

12.02.2024 18:10:49
/haberresim\122241438.jpg

Dün cumartesi idi bugün Pazar yarın pazartesi. Cuma ertesi ve Pazar ertesi arasında bir gün Pazar. Eski medeniyetlerde haftanın ilk günü olarak kabul edilmiş, Avrupa´da güneş günü anlamında Sontag denmiş. Türkçede birinci gün anlamında "birinç" denmiş. Son zamanlarda haftanın sonuncu günü olarak tatil kabul edilmiş. Bir hafta boyunca bazı mesleklerde güneş ışığı bile görmeden dünyanın güzel yüzüne şahit olmadan çalışıp beyin ve kafa yorgunluğu ile haftanın son günü herkes kendini döşeğin üstüne yorganın altına gömülmüş dışarı çıkmak istemezken değişik mesleklerden, farklı yaşlardan oluşan yürüyüş grubumuz BİGTAY olarak haftanın dinlenme gününde yürüyerek dinlenmeyi kendine şiar edindik. Güneş görünmese de doğuda kızıllığı ile birlikte kendini gösterirken batıda kapkara bir yüzü ile bu kez Marmara denizi kıyı kenti olan Parion kentinde yürüyüş yapmak üzere yola çıktık. Geçen Pazar 12 km´lik yorucu yürüyüşümüzü bitirdiğimiz ancak güzleryüzlü insanların yapmış oldukları muhteşem çaylarımızla yorgunluğumuzu unutuverdiğimiz Bekirli Köyü kahvesinde sabah kahvaltısı molası verdik. 1561 yılında yöreye gelen Karaçadırlı Aşireti mensubu Yörükler tarafından kurulduğu, liderlerinin ise Bekir olduğunun sanıldığını, Barış MANÇO´nun 1990 yılında çekilmiş belgeselinde belirtildiği üzere 460 olan nüfusun bugün yüzde yüz düşerek 231´e gerilediğini öğreniyoruz. Çaylarımızı yudumladıktan sonra tekrar aracımıza binip Bekirli Termik Santralının giriş kapısına geliyoruz. Önceden bilgilendirildiğimiz üzere bizi kapıda İÇDAŞ´ın güleryüzlü nazik güvenlik personeli "Bizim aracın içeri giremeyeceğini kendilerinin ayarladığı araçla içeri sokabileceklerini" söylüyorlar ve gösterdikleri araca yönlendiriyorlar bizi. Yeni aracımıza binip Aşıklar şapeline doğru ilerliyoruz. Yol boyunca dikim sonucu oluşturulduğu belli olan fıstıkçamı servi vb. ağaççıkların arasından geçiyoruz. Üzeri kapatılmış şapel alanında iniyoruz araçlarımızdan. Şapel önündeki tanıtım tabelasından kazı çalışmaları sırasında içerisinde sevgililere ve piskoposa ait olmak üzere çok sayıda mezarın bulunduğu, özellikle genç bir kadının ve erkeğin mezar içinde birbirine sarılarak bulunmasının dikkat çekici olduğu, yapının şapel mezar olduğu kanaatına varıldığı, kullanım dışı olan dini yapıların genellikle önemli kişilerin ve din adamlarının mezarlarının bulunduğu yapılara dönüştürüldüğü bilgisini alıyoruz. Yöre halkının da bu tepeyi Aşıklar Tepesi olarak bildiği bilgisine ulaşıyor ve heyecanla izlemeye devam ediyoruz. Başına neler geldiği hakkında bir bilgiye ulaşamadığımız sevgililerin öbür dünyada da rahat bırakılmadığını düşünüyor ve anı fotoğraflayıp aracımıza biniyor ve geldiğimiz kapıya geri dönüyoruz. Görevliler bizi araçla Kemer Köyü girişine bırakıyor. Kemer eski köprüden sola dönüyor biraz yürüdükten sonra Kemer Köyü´nün adını aldığını düşündüğümüz Su Kemeri kalıntılarına ulaşıyoruz. Parion Antik Kentinin su ihtiyacını karşılayan su yolunun bir kısmını oluşturan su kemeri ile suyun 12 km uzaklıktaki Kolonai (Çataltepe) mevkiinden getirildiği bilgisi bizi şaşırtıyor. Zira hemen yanıbaşımızda kocaman kemer deresi ağzına kadar su dolu. Hatta üst kısmında Ayıtdere Göleti yapılmış. Acaba diyoruz Çataltepe´den getirilmek için yönlendirilen suyun aradan geçen yüzyıllar boyunca yıkılan Kemerden taşan sular mı deredeki su. Yürüyüşümüze devam ediyor Kemer Köyü mezarlığının köy tarafındaki bitişinde Tavşandere Nekropolü tabelasından sağa dönüyoruz. Biraz gittikten sonra nekrapole ulaşıyoruz. Kemer Köyüne ilkokul yapmak üzere seçilen bu alanda temel kazısı sırasında bazı yapılara ulaşılması sonucu okul yapmaktan vazgeçilen alanda kazılara başlanıyor. Birçok mezar ve lahite ulaşılan alanda bir iskeletin başı üzerinde meşe yapraklarından oluşan ve bir bant üzerine yerleştirilmiş altın taç bulunduğunu, tacın çıkarılışına şahit olduğumu hatırlıyor ve arkadaşlara anlatıyorum. Kentin mezarlığı olan bu alanda mermer, kumtaşı, pişmiş kilden yapılmış lahitleri görmek mümkün. Hatta mezar taşlarının ve lahitlerin ölenin varlık durumuna göre seçildiği bilgisi bu dünyada zengin olanın mezarının bile farklı olduğu düşüncesine itiyor. Yürüyüş arkadaşlarımızdan Emine Hanım buraları çok iyi bildiğini hatırlatınca rehberliği ona bırakıyor ve yürüyüşümüze Emine Hanım´ın rehberliğinde devam etmeye karar veriyoruz. Böyle etkinliklerde yöreden biri olunca her zaman etkinlik daha etkin hale gelir diye düşünüyorum. Köyün içinden biraz yürüdükten sonra tekrar sağa dönüyor, Köyün doğusunda bulunan Değirmencik Köyüne giden yoldan devam ediyoruz yürüyüşümüze. Bir süre yürüdükten sonra soldaki bir patikadan zeytin tarlasına dalıyoruz. Ölmez ağacı olan zeytinlerin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor ve sol tarafımızda köy sağ tarafımızda ziraat alanları olmak üzere ilerliyoruz. Kemer köyünde yürüyüşe başladığımızdan beri çevrede dere otuna benzer bol miktarda otlara rastlıyoruz. Nerede ise toprak yüzeyini tamamen kaplıyor. Bu otların yöresel olarak manguta otu olduğu bilgisini alıyoruz. Atkasnağı (Ferula communis) olarak bilinen otun altında görülen manguta mantarı, körek mantarı gibi adlarla anılan mantarın çok lezzetli olduğunu anlattık birbirimize. Biga yöresinde Karabiga, Aksaz, Değirmencik ve Bekirli köylerinde yaygın olarak bulunan bu bitki ve mantar Kemer Köyünün nerede ise her yerinde mevcut görünüyor. Manguta otlarının arasından yürümeye devam ediyoruz Kemer köyünün iç kısmından aniden yükselen dik yamacın üst kısmından müthiş bir manzara eşliğinde bizi takip ediyor. Yamacın kenarından yürürken yönümüzü doğuya çevirerek Parion kentinin tarım alanlarında ilerliyoruz. Karşımıza dört köşe havuza benzeyen bir yapı çıkıyor. Yanına yaklaşıyoruz duvarlarının alt kısmından bir delik açılmış olan yapının Parion´un su kuyuları olduğu kanısına varıyoruz. Etrafta su kemerlerinin günümüze kadar ulaşabilmiş kalıntılarını görüyoruz. Tarlalardan çıkıp kazı alanına doğru giden yolu takip ediyoruz. Etrafımızda genç defne dallarının sık gruplar oluşturduğunu izliyoruz. Kemer Köyü´nde yaygın olan defne ağacının hikayesini anlatmadan geçmek mümkün değil tabi ki. "Antik mitolojide, “güzeller güzeli bir nympha” olarak geçen Daphne kendini Gaia’ya (Toprak Ana) adadığından erkeklerden kaçmaktadır. Daphne’yi gören Apollon aşık olur, peşine düşer. Apollon, O’nu tam yakaladığı anda, babası olan ırmağa yakararak, kurtarmasını ister. Bunun üzerine, Defne ağacına dönüşür Tanrı Apollon, bundan sonra defne ağacını, kendi kutsal ağacı olarak benimser, sazını çalar, Mousa’ların korosunu yönetirken başında defne ağacının yapraklarından oluşan bir çelenk takar. Tanrı Apollon, bundan sonra defne ağacını, kendi kutsal ağacı olarak benimser, sazını çalar, Mousa’ların korosunu yönetirken başında defne ağacının yapraklarından oluşan bir çelenk takar. Antik dönemde ilaç yapımında kullanılan bitkilerden biridir. Dioscorides (M.S. 40-90), defne yapraklarının mide, ağız yaraları, iltihap ve akrep sokmalarında kullanıldığını belirtmektedir" bu bilgileri hatırladıktan sonra kazı alanına doğru giden yolun yay yaptığı yerden sola bakınca Odeon kalıntılarını görüyoruz. Önceden haberli olan görevli arkadaşı haberdar etmeye gidiyor Emine Hanım. Bir süre sonra geri dönüyor görevlinin biraz sonra geleceğini haber vererek. Görevliyi beklerken arkadaşlar mini bir molayı hak veriyor kendilerine. Sırt çantalarında getirmiş oldukları atıştırmalıkları, içecekleri çıkarıyor hemen artezyen başındaki su yalağının üzerine yayılarak. Buralarda su kemerlerinin kullanılamaz hale gelmesinden olsa gerek akar çeşme bulmak zor gibi, ya da biz bilmiyoruz Fakat artezyen baya yaygın. Yeraltı suyu için açılan artezyenlerin bulunduğu alana hemen bir yalak yapılmış. Artezyenden çıkarılan su ile doldurulan yalaklardan hayvanları suladıkları fikri gelişiyor kafamızda. Bir süre sonra adının Nedim olduğunu öğrendiğimiz görevli geliyor Odaon´un eğreti çitinin kapısını açmasıyla birlikte dalıyoruz içeri. 2000 yıl önce yaşayan kentin yöneticilerinin veya elit insanların meclis toplantılarını, tiyatro gösterilerinin yapıldığı sahnenin önündeki basamaklara dağılıyoruz. Bir anlığına kentin yöneticilerinin yerine koyuyoruz kendimizi. Tartışmaya başlıyoruz Parion´un geleceğini. Görevli bize Odeon hakkında bilgi verdikten sonra Odeon´dan ayrılarak şehrin Pazar yerine (Agora) dağılıyoruz. Pazar epeyce kalabalık. Biraz da pahalı sanki. Cebimizdeki paraya göre alışverişimizi yaptıktan sonra şehrin hamamında bir yıkanıp paklanalım istiyoruz. Görevli bizi Roma Hamamına götürüyor. Hamamın içerisinde bugünkü göbek taşını arıyoruz fakat göbek taşı henüz bulunmamış. Alttan ısıtmalı hamamın 2000 yıl öncesinde ayrıntıları ile düşünülerek yapılmış bir tesis. Epeyce bilgi aldıktan sonra hamamın diğer bölümlerine uğramayı ihmal etmiyoruz. Hamam girişinde elbiselerimizi çıkarıyoruz. Peştemallara sarılıp havuza geçiyoruz. Bütün odaları dolaştıktan sonra giyinip hamamdan çıkıyoruz. Bu arada liman kenti olan Parion´a ülkenin farklı yerlerinden gemilerle gelen insanların şehre girmeden önce mutlaka hamama uğrayıp bir güzel temizlendikten sonra şehre sokulduğunu, bundan salgın hastalıklara karşı alınan tedbirlerin olduğunu öğreniyoruz. Biz de yıkandıktan sonra şehrin diğer kısımlarını gezmeye devam ediyoruz. Doğu tarafta bir yamaçta başka bir hamam görüyoruz. Bu hamamın ise yine yöneticilerin ve elit insanların girebildiği hamam olduğunu öğreniyoruz. Biz de BİGTAY olarak elit insan sayıldığımızdan görevli sorgusuz sualsiz hamama alıyorlar bizi. Gerçi biraz önce avam hamamında yıkanmıştık ama bu hamamda saunanın olduğunu görünce saunaya girmeden Parion´dan ayrılmak olmazdı. Pişmiş kilden yapılmış künklerin içinde sıcak su gezdirilerek ısıtılan saunaya dağılıyoruz. Epeyce terledikten sonra hamamdan topluca çıkarak limana doğru yola çıkıyoruz. Biga´ya giden bir gemi bulursak geriye gemi ile döneceğiz. Bazılarımız yahu buradan Biga´ya gemi gider mi diye düşünedursun bizim amacımız Karabiga´dan kocabaş çayına girecek olan gemi bizi Biga´ya getirecek. Bu düşünce ile ayrıldığımız Parion´dan görevli Nedim Bey´e teşekkür etmeyi unutmuyoruz. Limanın bulunduğu Marmara Denizine doğru yürüyüşümüze devam ediyor, patikalar boyunca artezyenli su yalaklarını görmeye devam ediyoruz. Bu arazi üzerinde hala yaşamın bulunduğu günümüz yapılarında kış mevsimi itibarı ile kimsecikler yok. Denizin kenarına ulaştığımızda şehir surlarının deniz tarafında bazı yapıların günümüze ulaşmış kalıntılarına rastlıyoruz. Deniz kenarından ilerledikçe toprak altında uçları görülen değişik şekillerde kesilmiş mermer, kumtaşı vb taşları görüyoruz. Tarih deniz doğa müthiş. Arkadaşlarımız bir türlü bırakıp yürüyemiyorlar. Değişik şekillerde anları fotoğraflamayı unutmuyoruz. Limanda bir süre dolaştıktan sonra Biga´ya giden gemi olmadığını öğreniyor, arkamıza bakarak Kemer tarafına yöneliyoruz Bodrum Burnu´nun ucundan. Batıdan gelen rüzgar bizi biraz örseliyor. Sabahtan güzel olan havanın birden çıkan rüzgar keyfimizi biraz bozsa da biz Kemer köyüne doğru ilerliyoruz. Bodrum burnu denilen bu alandan geçerken "Bodruma götüremiyoruz ama Burnuna sizi soktuk" diye şakalaşıyoruz. Buralarda yaşamış olan binlerce kişinin sessiz çığlığı idi sanki batıdan esen rüzgar. Burnun ucundan kıyı kıyı yürüyerek Kemer körfezinin İskeleler mevkiine inmek üzere yamacın başına gelirken önümüze çıkan kuyuya şaşırıyoruz. Sırtın üstünde bulunan kuyuda suyun hala bulunması hayret verici. Yamacın üstünden iskeleler mevkiine inen yamaçtan dik bir kayanın yükseldiğini fark ediyoruz. Dik yamacın adının Kuş Konmaz Kayaları olduğunu anlatıyor Emine Hanım. Rüzgar müthiş. Kafamızda bulunan şapkaları almak ister gibi zorluyor. Biz de var gücümüzle şapkalarımıza sahip çıkıyoruz. Yamaçtan aşağı sarkıyor İskele mevkiindeki evlerin arkasındaki yoldan yürüyüşe devam ediyoruz. Yol boyunca deniz tarafına dikilmiş fıstıkçamlarının biçimsiz budanmasına homurdanıyor, budanmasalardı en azından rüzgarı kesebileceklerine kanaat getiriyoruz. Yol kenarında rastladığımız incir ağacının gövde yapısında Parion´dan kalmış olabileceğini düşünüyoruz biran. Denizin kenarında terk edilmiş Jandarma Karakolu´nun bomboş durması garip. Ülkenin müsrifliğinin nereye götüreceği belli değil. Bomboş duran karakol binasının bahçesinde aynı kökten çatal çıkmış aylantus ağacının kalın gövdesi dikkatimizden kaçmıyor. Tek başına duran yörede parmakla sayabileceğimiz çitlembik ağacının kalın gövdesi de ayrı bir cazibe olarak duruyor. Körfezdeki kayıklardan köy halkının balıkçılıkla uğraştığını anlamak zor değil. Köyün içine girerken yeni yapıların arasında tarihten fışkırmış gibi duran yapıların kimsesiz kaldığına şahit oluyoruz. Sit alanı olduğundan yapıların tamiratının bile sıkıntı olmasından dolayı birçok yapının yıkılmaya yüz tutmuş olması üzücü tabi. Bazı yapıların aslına uygun restore edilerek bir Parion Müzesinin ne kadar yakışacağını düşünüyor, Parion kazı alanında çıkartılan bunca tarihi değerin Kemer Köyünde sergilenmesinin köyün değerini kat be kat arttıracağından eminiz. Kalabalık bir yürüyüşü gören bazı kimselerin pencerelerden meraklı gözlerle bizi takip etmeleri gözümüzden kaçmıyor. Kemer´in tarih kokan sokağından geçerken her köy okulunun benzer kaderinin Kemer Köyü İlkokulunun da kaderi olduğunu görmek bizi üzüyor. Okulun bahçesinde birkaç vatandaşın yıllar önce öğrencilere uygulamalı ağaç sevgisini aşılamak için dikilen kızılçamların bazılarının kalın gövdesinin sadece dip kısmının kalması, koca gövdenin oduna doğranmasını" yan yatmıştı evin çatısına düşecekti" bahaneleri kapatıyordu. "Kedi yavrusunu yiyecekse fareye benzetirmiş" deyimi cuk diye oturuyordu burada. Ağaçların sudan bahanelerle kesilmesi, yeşil alanların yok edilmesi ne zaman sona erecekti acaba. Bu düşüncelerle ilerleyerek Mezarlığın karşısındaki sokaktan Fatma Hanım´ın Kemer deresinin kenarındaki evinde noktalıyoruz yürüyüşümüzü. Fatma hanım bizim için hazırladığı gödek, kurabiye, patates salatası, börek, zeytin peynir reçel vb kahvaltılıklara iştahla yumuluyoruz. Bu arada Kemer köyünün MÖ 399 ve MS 150 yılı kayıtlarında Párion adıyla yer aldığı, 1902 yılına ait Alman yayınında Kamares olarak geçtiğini, 15. yüzyıl kayıtlarında Kemer (Ayderesi) adıyla geliri II. Bayezid´in kızı Ayşe Sultan´ın vakfına bağışlandığı görülen köyde, 108´i Hristiyan ve 19´u Müslüman olmak üzere toplam 127 nefer kaydediğini, Batısında Lamsakos (Lapseki), doğusunda Priapos (Karabiga), güneyinde ise Skepsis (Bayramiç) olduğu bilgisini alıyoruz. Fatma Hanım´ın evinin bahçesinde değişik kaktüsler gözümüzden kaçmıyor. Bir süre dinlendikten, karnımızı doyuran Fatma Hanım´a bize rehberlik yapan Emine Hanım´a ve emeği geçen herkese sonsuz sevgi saygılarımızı sunuyor, aracımıza binip Biga´nın yolunu tutuyoruz.


Konuk Yazarlar

Etkinlik Takvimi

İletişim Bilgileri

Biga Tanıtımı