BİGTAY Arabaalanı – Elmalı rotasında…..

26.02.2024 19:00
/haberresim\801f5924-ffcf-4ede-bd1a-a13c39d72e03_26.02.2024.jpg

BİGATAY ARABAALANI – ELMALI ROTASINDA….. Farklı meslek gruplarından farklı yaşlarda aynı amaçla bir araya gelmiş BİGTAY olarak sabah kızıllığında "Sabahın Kızıllığı Akşamı Kış Eder, Akşamın Kızıllığı Sabahı Güz Eder" atasözünün doğru çıkıp çıkmayacağını düşünerek belediye hizmet binasının önündeki durakta buluştuk. Rudolf Diesel'in 131 yıl 2 gün önce yani 23 Şubat 1893 yılında patentini aldığı dizel motorlu aracımıza biniyor yola çıkıyoruz. Sohbet ve muhabbetle neşe içerisinde Yeniceköy kavşağından Biga-Çan karayoluna çıktık. Bir süre ilerledikten sonra Abdiağa köprüsünden hemen önce kavşaktan sola saparak Abdiağa köyüne doğru yollandık. Sabahın serinliği ve aracımızın içerisinde sıcaklıktan oluşan buğudan dışarısını göremiyor ve elimizin ayası ile görecek kadar delik açarak etrafı gözetleyebiliyorduk. Abdiağa köyüne dönen kavşağı ve Yeniceköy kavşağını geçtikten sonra yolun sağında bulunan Biga Belediye Başkanımızın Soğuk Hava Deposunu geride bırakarak Elmalı yol kavağını geçtik. Biga Orman İşletme Müdürlüğü tarafından tescili yapıldıktan sonra Biga Belediyesi tarafından tesisleri yapılan ve hizmete sunulan Orman Parkına bağlayan ahşap yaya köprüsünü geride bırakarak Biga Yürüyüş yolunun giriş takının önünden geçtik. Fıstıkçamı ağaçlandırma sahasını solda, Gürlek deresini sağda bırakarak Abdal Suyu'nun yanından geçtik. Nohut kahvesi ve halkın deyimiyle Mavi Su bizim deyimimizle tepesinde bulunan porsuk ağacından dolayı Porsuklu Şelale olarak adlandırılan Şelalesi ile öne çıkan Pomak kültürünün sembolü haline gelen eski ismi ile Eşekçi'nin değiştirilmesi sonucu Işıkeli adını alan köyü belli belirsiz farkederek dizel motorun homurtuları arasında geçip gittik. Sol tarafımızdan Kartal Yangın gözetleme kulesinin bulunduğu Abdal Tepe'nin dibinden yolumuza devam ettik. Karaçam ve meşe ağaçlarının arasında tek tük kazdağı göknarının bulunduğu ormanlık alanlarından ilerleyerek Arabaalanı mezarlığının yanındaki kavşağa ulaştık. Sağa dönen yolun başında aracımızdan indik. Bugünkü yürüyüş rotamız biraz çıkışlarla devam edecek olduğundan tırmanışa geçmeden önce ısınma hareketleri yapmamız gerektiğini düşündük. Uzun yıllar beden eğitimi öğretmenliği yapmış şu an emekli olan Mustafa Hocamızın rehberliğinde ısınma hareketlerini yaptık. Mezarlığın üstünden tırmanan patikadan yürümeye başladık. Önümüze ilk çıkan çayırlık alanda mini mola vererek sırt çantalarımızda getirdiğimiz kahvaltılıkları çıkararak tıkınmaya başladık. Hava sakin olmasına rağmen hafif bir rüzgâr esintisi dolaşıyor ortalıkta. Tepeye doğru zikzak çizerek uzayan patikayı takip ederek tahminen 500 metre kadar tırmandık. Pembe renkli çuha çiçekleri tek tük açmış bize merhaba diyerek bakıyor. Dilimizde evvel bahar çiçeği, çuhaçiçeği, mart çiçeği, marul çiçeği ve yabani menekşe adları ile bilinen çiçeğin adı Yunancada öncü anlamına gelmekte olduğunu, Priapus ve Flora’nın kızı Paralisos’un adını taşıdığını, Nişanlısı Melicerta’nın ölümü üzerine kederinden ölen Paralisos, anne ve babası tarafından çuha çiçeğine dönüştürüldüğünü öğreniyoruz. Çuha çiçekleri genç meşe ağaçlarının altında meşelerin yapraklarını çıkararak ışıklarını engellemesi korkusu ile acele ediyorlar. Dilimizde tiktakdana, sürünücü düğün çiçeği ve horoz ibiği adları ile bilinen, arazinin ıslak kısımlarında sarı çiçekleri ile yerlerini almış bizi selamlıyorlar. Arada bir topraktan başını yenice uzatmış orman sümbülleri meraklı gözlerle bizi karşılıyor. Patika tırmanış olmasına rağmen çok da eğimli değil. Fazla yormuyor. Arabaalanı köylülerinin piknik alanına geliyoruz. Piknik alanında birkaç çeşme var. Çayırlık bir alan. Arabaalanı Köyü'nden Biga esnafından Biga'nın renkli siyasi simalarından Metin Yazan bizi karşıladı piknik alanında. Bizimle gelemeyeceğini ancak Yamacın Işıkeli yüzünde bulunan yapay gölete gidip gitmeyeceğimizi sordu. Göletin yolumuzu uzatacağını düşünerek bir dahakine dedik. O da bizi uğurlayarak oradan ayrılıyor. Sıcak yaz aylarında bazı köylülerin burada mevsime göre oğlak çevirme vb yaptıklarına şahit olduğumuzu hatırlıyoruz. Buradan sağımızda Arabaalan Köyü'nü Sarnıç Köyü'ne bağlayan toprak yol var. Biz ise genç meşe ormanlarının içine yolun soluna dalıyoruz. Patikalar Su çıktı deresinin yamacında eski yıllarda Orman işletme Şefliğince üretim yolu olarak kullanılan yollar. Bazıları uzun yıllar kullanılmadığı, bazılarının ise arada bir kullanılmış hissi veriyor insana. Patika üzerine sonbaharda dökülen yaprakların henüz mevsim normallerinin üzerinde giden sıcak ve yağışsız havanın etkisi ile kurumuş ve çürüyememiş hali ile üzerine basarak devam ediyoruz yolda. Dikkatli basmak gerektiğini, yaprak yığınlarının altında ne olduğunu göremediğimizi hatırlatıyoruz sık sık arkadaşlarımıza. Henüz yeşil giysilerini giymemiş genç meşe ormanının içinde bir yol çıkıyor önümüzde uzayıp giden. Ucunda musluk takılı mavi boru görüyoruz iki parmak kalınlığında. Musluğu açmamla birlikte hava ile karışık su fışkırıyor. Ancak havanın çıkması ile su da kesiliyor. Burada bir yerlere kaynaktan su götürüldüğünün emareleri olduğunu düşünüyoruz. Orman alanlarındaki suların nerede ise tamamının bir yerlere izinli veya izinsiz götürüldüğünü anlatıyor, bu durumun yaban hayatı açısından sakıncalarını hatırlıyoruz. Doğal kaynak sularının en azından bir kısmının kaynak civarında kalmasının oradaki hayvanların yaşamları için çok önemli. Verilen izinlerde suyun %20'sinin kaynakta doğaya bırakılması kanuni zorunluluk. Ancak kontrol edilmediğinden suların tamamının kaynaktan alınarak uzaklara götürüldüğü muhakkak. Bir süre bu yolda yürüdükten sonra yoldan yukarı bir patikaya sapıyoruz. Patikanın çok uzun yıllar önce açıldığı yol üzerine sarkan sandal, kocayemiş, ağaç fundası vb çalıların yolu kapatmasından belli. Bazı genç meşe ağaçlarının da yol üzerinde yaşamını sürdürmesi aracın da buraya girmediğinin göstergesi. Hafif esen rüzgarla birlikte yürüyüşe devam ediyoruz. Kuru ve sulu dereleri geçiyoruz. Bir dereden geçerken çok az bir suyun yüksekten aktığını görünce bol su ile güzel bir şelale olabileceği hakkında fikirlerimizi tartışıyoruz. Başka bir dereye geldiğimizde meşe ağaçlarının aniden kesildiğini karşı yamacın dereden itibaren sırta kadar tamamen kayın olduğunu farkediyoruz. Mikroklimanın bile biyolojik çeşitliliği nasıl etkilediğini anlatıyoruz. Sırta çıkınca ağaç türünün aniden değiştiğini tekrar meşelerin hakim olduğunu görüyoruz. Böylece dereden sırta yamacın yönüne göre aniden ağaç türlerinin değiştiğini tekrar tekrar görüyoruz. Yön olarak kuzey doğu, kuzey batı, kuzey yönlerde yani serin ve rutubetli olan gölgeli bakılarda kayının, güney doğu güney batı, güney yönlerde yani kurakça olan güneşli bakılarda meşenin hakim ağaç türü olarak yayıldığını gezerek görüyoruz. Bir süre ilerledikten sonra bazı alanlarda kayaların toprak yüzeyine çıktığını, bazı yerlerin yemyeşil kendini gösterdiğini farkedip buradan daha güzeli olamaz diyor mola veriyoruz. Mutluyuz, keyfimize diyecek yok. Bazı arkadaşlarımızın şen kahkahaları ormanın derinliklerinde çınlıyor. Azıklarımızı paylaşıyoruz. Alanı şöyle bir tarıyor, etrafta bol miktarda Scilla bifolia (Orman sümbülü)olduğunu farkediyoruz. Mavi rengi ile iki yaprak arasından çıkan çiçeğin büyüsüne kapılıp arasına uzanıyorum. Çiçeğin öyküsünü düşünüyorum. Scilla, Glauco’ya karşılıksız bir şekilde âşık olan bir perinin adı. Scilla, büyücü Kirke’den Glauco’nun da kendisine âşık olmasını sağlayacak bir iksir hazırlamasını ister. Gelgelelim Kirke de Glauco’ya aşıktır. İksiri hazırlıyor ve Scilla’ya verirken iksiri bir göle dökmesini ve o gölde yıkanmasını söylüyor. Scilla, Kirke’nin hazırladığı iksiri göle dökerek suyunda yıkanıyor, ancak altı balık kuyruğu, ortası kadın vücudu, baş bölümünde ise altı adet köpek (ya da yılan) kafası olan bir canavara dönüşüyor. Scilla çaresizlik içinde kendini Sicilya (Scilla ile adanın adı arasında benzerliğe dikkat) adasının orada denize bırakıyor. Hayatı boyunca mağaralarda saklanıyor ve sadece gemileri aramak için (belki Glauco’yu görür ümidiyle) denize açılıyor. Mitolojide aşk nedeniyle ıstırap çeken karakterlerin çiçeklere dönüşmesinin çok yaygın olduğunu, olasılıkla peri Scilla için de böyle bir durum olduğunu düşünüyoruz. Güzel hülyalara daldığımız molayı sonlandırıp yola koyuluyoruz. Biraz ileride bir çeşmeyi fark ediyoruz. Çeşmenin yanından sola devam eden yolu takip ediyor bir süre tırmanarak yürüdükten sonra Arabaalanı -Sarnıç yoluna çıkıyoruz. Sağ tarafımızda bir maden ocağının yeşilin ortasında yeşilliğin tamamen kaldırıldığını, madenlerin harmanlandığını görüyoruz. Bu alanın evlerimizde vazgeçilmezimiz olan seramiğin hammaddesi olan kaolen ocağı olduğunu anlatıyor, geldiğimiz genç ormanlardan biraz daha yaşlı bir ormana giriyoruz. Yol kenarlarında kayın meşe tomruklarına rastlıyoruz. Ağaçların kalın ve uzun olduğu gözümüzden kaçmıyor. Burada yakın zamanda orman bakımı uygulandığını, ormanda bulunan sıkışık, devrik, kırık, yamuk ağaçların orman mühendisleri kontrolünde önceden damgalandığını, sonra bunların ya dikili ihale edilerek ya da yakın köylerden gelen kesim işçilerine kestirilerek ormandan çıkarıldığını, odunların türlerine göre ayrılarak ülkenin odun hammadde ihtiyacının karşılandığını anlatıyoruz. Bu arada açık havada Biga'yı net olarak görebiliyoruz. Meşe ve kayın ağaçlarının arasında temiz havayı içimize çekerek ilerliyoruz. Aşağıya doğru toprağın derin olduğu ağaçların boyundan ve çapından anlıyoruz. Sırta doğru kayaların toprak yüzeyine çıktığını, ağaçların azaldığını, çalı türlerinin hâkim olduğunu, havanın rutubetinin etkisi ile kayaların yemyeşil yosun ile kaplandığına şahit oluyoruz. Hemen üst tarafımızda Kızılcık denilen alanın Biga'ya bakan yamacında bir maden firması tarafından sondaj yapılan alanda kayın ağaçlarının yaygın olduğunu, altlarında bol miktarda kardelen olduğunu, bu kardelenlerin yörenin endemik bir türü olan Truva kardeleni olduğunu anlatıyoruz. Eğer tescillenmezse ileride maden arama ruhsatının maden işletme ruhsatına dönüşmesi halinde Truva kardeleninin yaşam alanlarının yok edilebileceğini anlatıyoruz. Arabaalanı Köyü'nden Elmalı Kaynarca gibi köylere gediş gelişi epeyce kısaltan yola iniyoruz. Bu havzadaki köylerdan Işıkeli, Arabaalanı, Elmalı, Kaynarca, Yeşilköy pomak. Diğer orman yollarına göre biraz daha bakımlı olan yolun biraz daha bakımlı olması, sanat yapılarının tam olması, hatta stabil hale getirilerek hizmete sunulması yöre halkının en büyük arzusu. Yoldan bir süre yürüdükten sonra fazla kullanılmadığı üzerindeki örtüden belli olan bir patikaya dalıyoruz. Bir süre ilerledikten sonra su kaynağı olduğunu gösteren emareleri görüyoruz. Dikkatlice etrafı tarayınca bir su şırıltısı duyuyor ve oraya bakıyoruz. Kaptajdan su bir boruya giriyor ve yoluna devam ediyor. Hemen aşağıda bir borudan su akıyor. Her çeşmeden su içme ilkesinden yola çıkarak buradaki suyun da minerallerinden faydalanmak üzere içiyor ve su kaplarını dolduruyoruz. Ağaçların arasında bulunan bir masa Pomakların zevk sahibi insanlar olduğunu düşündürüyor. Su ile beraber yolumuza devam ediyoruz. Elmalı -Kaynarca yoluna çıkıyoruz. Elmalı tarafına yöneliyoruz. Yol kenarlarında bir zamanlar "Elmalı El malı olmasın sloganı" ile çevrecilerin tepki gösterdiği altın arama sondaj delikleri olduğunu hatırlatıyoruz. Yakın zamanda ise bakır arama sondajlarının yapıldığını anlatıyoruz. Bu arayışların Işıkeli, Abdiağa, Eybekli köylerinde de yapıldığını hatırlıyoruz. Köye doğru yaklaştıkça ormanların epeyce zayıfladığını farkediyoruz. Hatta genç meşelerin bazılarının yarısından kesildiğini, büyük bir ihtimalle keçi sahiplerinin keçileri doyurmak için bu haltı işlediğini tahmin ediyoruz. Yol kenarında bir çeşme yalağına rastlıyoruz. Bir kaynaktan geldiği akışından belli olan suyun uzunca yalağı doldurduğunu ve yalaktan fazlasının aktığını ferkediyoruz. Hemen yanında musluklu başka bir çeşmenin üstünün kapatıldığını, merdivenle üst kata çıkıldığını görüp yukarı çıkıyorum. "Yurttaşlarım, az zamanda çok ve büyük işler başardık" hitabımla arkadaşlar beni yukarıda görüyor ve gülüşmelere sebep oluyorum. Çeşme yalağının etrafında bir süre dinlendikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Elmalıya girmeden önce bir tesisten köpek havlamalarını duyuyoruz. Etrafı telle çevrili tesisin içinden bizi gören köpek "sakın girmeyin burası özel mülktür" der gibi havlıyor. Tesisin girişindeki tabeladan Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumunca desteklenen Hasan Basunlu'ya ait Kanatlı Eti üreten Tarımsal İşletmesi olduğunu öğreniyoruz. Havlayan köpek bizim sınırı geçmediğimizi anlayınca geri dönüp nöbetine devam ediyor. Biz de yola devam ediyor Elmalı yol kavşağına ulaşıyoruz. Yol kenarlarında gelişi güzel ormana dökülmüş çöp yığınları gözümüzden kaçmıyor. Kavşakta Biga ve Elmalı yönlerini gösteren bir tabela bize hangi yöne gideceğimizi gösteriyor. Solda yaşlı ve yüksek meşe ağaçları ile mezarlık bizi karşılıyor köy girişinde. Bazen ağaçları korumanın en güzel yollarından birinin mezarlık yapmak olduğunu düşünüyoruz. Mezarlıktan fotoğraf alırken bir araç yavaşlıyor yanımızda. Beni de çek diyor tanıdık bir ses. Kafamı çeviriyorum Biga'nın önemli üreticilerden Ziraat Odası yönetiminden Murat Ceylan Bey. O da her Pazar gittiği domuz avından dönüyor. Selamlaşıyoruz. O yoluna devam ediyor aracı ile. Mezarlığı geçip köye girerken sağda bir keçi ağılı bizi karşılıyor. Bizden önce ulaşan arkadaşların heyecanını görüyor merakla yaklaşıyoruz. Zanen keçilerinin meraklı bakışları bizim meraklı bakışlarımızla çakışıyor. Bir keçi yenice ikiz doğurmuş. Doğum anına şahit olan arkadaşlar gözlerine inanamıyor. Keçilerin sahibi keçiye yardım ediyor. Ana keçi birkaç dakika önce doğurduğu yavrularını temizlemeye uğraşıyor. Keçileri yakından göreyim diye ağılın kapısına dolaşıyorum. Keçilerin arasında sessizce bekleyen köpek aniden koruma içgüdüsüyle olsa gerek kapıya doğru havlayarak fırlıyor. Korkudan kaçarak uzaklaşıyorum. Köyün içine doğru yürüyoruz. Elmalı köyünün yerleşim alanının epeyce geniş olduğunun farkına varıyoruz. Yolda ilerlerken evin bahçesinde toprağı işleyip birşeyler dikmeye hazırlanan vatandaşları görüyoruz. Yaklaşıyorum. Adam heyecanla "Dr değilmi" diye soruyor. "Evet Dr Muhammet Akkaya" diye cevap veriyorum. "Ben sizi sosyal medyadan takip ediyorum" diyor birşeyler anlatmaya çalışıyor. " Patates mi ekiyorsunuz" diyorum. "Evet patates, vb sebze için hazırlıyoruz diye cevap veriyor. Sosyal medyanın ne kadar etkili olduğunu düşünüyor ve yürümeye devam ediyorum. Sırtların üzerine kurulmuş köyün görüntüsü müthiş. Evlerden uzak derler ya, bir evden diğerine gitmek için baya yol yürümek gerektiği kanaatındayız. Hatta bazı arkadaşlar gelin kaynananın birbirinden uzak olması için iyi bir köy olduğu konusunda hemfikirdiler. Her köyde olduğu gibi yeni yapıların arasında ilk günkü mimarisi ile duran ancak içinde yaşam olmayan gariban evler de vardı. Paket taş döşeli köy meydanındaki kahvehanelerden birine oturduk. Kahvehane önünde bulunan ahşap banklar tercih edildi genelde. Çaylar yudumlanırken ben de köylü vatandaşların yanına oturuyorum müseade isteyerek. İsmin Mehmet ve Cemil olduğunu öğrendiğim vatandaşlar anlatıyorlar. 1792 yıllarında değişik zamanlarda göçmen gelen grupların birbirlerini istememesi nedeniyle farklı yerlerde yerleştiğinden köyün dağınık olduğunu anlatıyor. Ancak hepsinin Bulgaristan göçmeni Pomaklardan olduğunu söylüyor. Bir kısmının Yeşilköy yolu üzerinde, bir kısmının Akkayrak yolu üzerinde nerede ise tam ortada köyün camisi var. Eskiden vatandaşların çoğunun kaçak kömür yaptığını, ilk izinli kömürü kendisinin yaptığını, şu anda oğlunun bütün işlemlerini hallederek kömür ocağı açacağını anlatıyor. Köyden bazı kişilerin hala kömür yakarak para kazandığını, kendisi yer açamayanların Ezine taraflarında kömür yaktıklarını anlatıyor. Köy meydanının eskiden mezarlık olduğunu, çok büyük ve yaşlı ağaçların bulunduğunu, mezarlık eski olduğundan bütün ağaçların kesilerek yerinin dozerle düzlendiğini ondan sonra meydan yapıldığını anlatıyor, Bazı ağaçların bırakılmasının daha doğru olacağını söylüyorum. Vatandaş ağaçların çok eski olduğunu, kesildikten sonra yeni mezarlığın bulunduğu taraflarda kömür yaktıklarından bahsediyor. Belki köyün tarihi hakkında daha kesin bilgilere ulaşabileceğimiz ağaçların yok edilmesi üzücü tabi. Çay parasını ödemeye yelteniyorum. Vatandaş kabul etmiyor. Teşekkür edip hareket eden aracımıza biniyoruz. Geçtiğimiz yerlerde sadece ayak izimizi bırakarak yürüyüşümüzü noktalıyoruz.


Konuk Yazarlar

Etkinlik Takvimi

İletişim Bilgileri

Biga Tanıtımı