BİGTAY Havdan – Akyaprak Rotasında

22.04.2024 12:39
/haberresim\4f583b48-2881-410c-a162-b656bdb77b07_22.04.2024.jpg

Nisan ayının 3. Haftası. Bu yıl 1 Nisan Pazartesi ile başlayınca 7 Nisan Pazar, 14 Nisan Pazar, 21 Nisan Pazar gününe denk geldi ki. Haftanın günleri ile Nisan'ın günleri de uydu. Nisan Latincede aprilis demekmiş. Hızlı giren bahar günleri yazı aratmayacak kadar sıcak ve kurakken 20 Nisanda çok şiddetli yağmur yağdı ülkenin dört bir yanında. Hububatların tam ihtiyacı olduğu zaman gelmeyen yağışlar hızla girince ülkeye bazı yerlerden felaket haberleri gelmeye başladı dün geç saatlerde. Güvemalan köyünde köyün içine dalan su korkulu anlar yaşatırken, Bozlar tarafında ekilen sebzelerin su altında kalmasına sebep oldu. Biga'nın bazı sokakları su ile dolarken heyecanlı anlar yaşattı vatandaşa. Farklı yaş gruplarından, farklı mesleklerden, farklı yeteneklere sahip aynı amaçla bir araya gelmiş doğa yürüyüşleri grubumuz BİGTAY rotasını şaşırmadı felaketlere varan yağışları görünce. Şiddetli yağışlı bir cumartesinin ardından güzel bir pazarın geleceğini biliyordu çünkü. 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulmasından sonra 1927 yılında Himaye-i Etfal Cemiyeti'ne gelir sağlamak üzere çocuk bayramı olarak kutlanmış 1935' de Hakimiyeti Milliye Bayramı, 1981 yılında ise Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olmuş, 1979 yılında UNESCO'nun 1979'u "Çocuk Yılı" olarak duyurmasının ardından, devlet kanalı Türkiye Radyo Televizyon Kurumu'nun TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni başlatması ile bu bayram uluslararası düzeye taşınmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1933 yılında başlattığı, 23 Nisan'da çocukları makamına kabul edip onlarla sohbet etme adetini BİGTAY olarak bizde sürdürerek Ömer ağabeyin başkanlığını bir günlüğüne grubumuzun en küçük üyesi 14 yaşındaki Hüseyin Yağız Akkoç'a devretmesi ile yürüyüş rotamıza ulaşmak üzere her pazar olduğu gibi Biga Belediyesi'nin önündeki durakta buluşmak üzere saat 6.45'de yola çıktık. Eskiden Biga'da hiç görmediğimiz, 10-15 yıl önce Bekirli tarafında birkaç adet gördüğümüz, ancak son zamanlarda Biga sokaklarında sıkça rastladığımız hafif kahve renkli bir küçük kumru kuşu sessizce selamladı. Ben de selamını aldıktan sonra yakalamak için üzerine doğru yürüdüm ancak yanına yaklaşmama izin veren kuş yakalamama izin vermedi. Küçük Kumru yerli kuş türlerimizden değildir. Ülkemize sonradan getirilmiş 1970 yılına kadar 12 ilde görülürken 1990'da 25 ilde, 2010 da 41 ilimizde kaydına rastlamış, Biga'da da son zamanlarda bol miktarda görülmeye başlanmıştır. Bizim boynundaki siyah halkası ile gri renkli gülen kumrumuz daha çok görülmektedir. Küçük kumrunun samimiyetini geride bırakarak buluşma yerimize ulaştım. Bir grup sokak köpeği bizi karşıladı. Bizle gelmek istediler fakat aracımıza alamayacağımızı söyledik. Arkadaşlarımızla selamlaştıktan sonra daha önce de bir kez bize katılan bugünün yürüyüş başkanı Yağız arkadaşımızı tanıştırdıktan sonra aracımıza binerek 07. 06 gibi yola çıktık. Arkamızdan bakakalan köpekleri geride bırakırken bazı arkadaşlarımızı yoldan toplayarak otogarın önündeki kavşaktan 358 derece dönerek İtfaiye Müdürlüğü'nün yanından Havdan yoluna girdik. Biga Belediyesine ait köpek barınağının yanından geçtik. Aynı zamanda bir zamanlar Çelebi Deresi kenarındaki Biga çöplüğüne giden bu yolun kenarlarına hala çöp ve molaz atılıyor olmasını üzüntü ile karşıladık. Atılmış köpek yavruları ve yetişkin köpekler bizi karşıladı yolda havlayarak. Yolda ilerledikçe çöp ve moloz atıkları çoğalıyor. Yörenin çöp sorununa çare olmak üzere planlanan BİÇAY'a götürülmesine rağmen hala buralara çöp atılıyor olması çevreye gösterilen sağıyı da gösteriyordu bizce. Bu alanın yıllar önce çöplüğe kapatılması sevindirmişti Bigalıları. Katı Atık Bertaraf Düzenleme Tesisi olarak planlanan, tesis edilen, çöpün depolanmasına da başlanılmasına rağmen hala çevreye çöp atılması ne kadar kötü. Hatta Yeniçiftlik merasının ortasına atılan çöpleri de anmadan geçemedik. Biraz yukarıda yer alan sağlı sollu taşocaklarını geçerek Havdan Köyü'ne ulaştık. Havdan köyünün ortalarında yer alan herkesi meraka sevkeden beş katlı binanın üst tarafında bulunan Caminin önündeki kahvehane bizim için açıktı. Arkadaşlar yemyeşil bahar sabahında sıcacık çaylarını yudumlarken ben de köyün içinde dolaşmaya çıktım. Daha önceki gelişlerimizde mevsim itibarı ile fark edemediğimiz bir yeşillikte idi Havdan. Bahçeli evler muhteşemdi. Her evin önünde yanında yükselen ceviz ağaçlarının yanında diğer ağaçlar da başka bir güzellik katıyordu Havdan Köyüne. Birçok evin yenilendiği Havdan'da eski kültürü yansıtan evlerin aralarda çatılarının çöktüğü, duvarlarının yıkıldığı evlerde yaşayanların ya köyü terk ettiği ya da bu dünyayı terk ettiği izlenimini veriyor. Bir zamanların muhteşem arabaları şahin gibi araçlar sokak aralarında kendini gösteriyor. Alt katları taştan, üst katları ise pişmiş ateş tuğlasından yapılmış yıkık duvarları hala muhteşem duruyor. Son model traktörler de evlerin önünde yer almış. Dik sokaklar bakımlı ve taş döşeli. Muhtar Kamil ağabey baya çalışmış. Kahvehanenin arkasındaki camiye çıkan merdivenlere tırmanıyorum. Kısa minaresinin dibinden çıkmış bir incir ağacı, biraz ileride düzgün gövdeli biraz yaşlı olduğu görülen bir servi bizi karşılıyor. Merdiven yukarı çıkıyor, belli ki bazı evlere buradan gidiliyor. Geri dönüyorum bu kez caminin arka kapısından girip ön kapıdan çıkıyorum. Kahvehaneye geri dönüyorum. Bir köpek bizi seyrediyor. İyice yaklaşıyorum. Ürkmüyor. Bana poz veriyor. Beraber selfi çekiyoruz neşeleniyor. Hatta kulağıma eğiliyor birşeyler söylemek istiyor. Eski evlerin üzerindeki oluklu kiremitler bir zamanlar ne kadar yaygın kullanılıyordu. Zamanla düz ve geniş kiremitleri oluklu kiremitlerin yerini aldı. Yaşanmışlıkların emaresini üzerinde taşıyan evlerin avlu kapılarını incir ağaçları sarmış. Ocağına incir ağacı dikilmek bu galiba. Terk edilmiş ve yıkılmaya yüz tutmuş yapıların içine ilk gelen incir ağacı. Aralanmış avlu kapılarından içeri doğru bakıyoruz. Küçücük kapı ve pencereleri ile iki katlı evlerin şirinliği kendini, gösteriyor. Camimize hürmeten lütfen çevremizi temiz tutalım tabelası asılı duvarda. Temizliği emreden dinimize hürmeten her yere attığımız çöpler, pislikler eksik değil etrafta. Nisanın 3. haftasına ulaştığımız bu günlerde erik ağaçlarında erikler de yenecek hale gelmiş. Etraftan yola sarkan eriklerden ağzımıza atıyoruz. Aracımıza tekrar biniyor Havdan Köyü mezarlığını solda bırakıp Sarısıvat Köyü'ne doğru yollanıyoruz. Sol tarafımızda bolca kestane ağaçlarının bulunduğu Kokarca tepesinin hemen önünden tarlaların bitişiğinden ormanın başladığı alandan yürüyüşümüzü başlatacağız. Araçtan iniyoruz. Aracımızı hedefe yani Akyaprak Köyü'ne gönderiyoruz. Ormana dalıyoruz dalmasına da bir gün önceden yağan yağmurların bir kısmı hala yaprakların üzerinde. Yağmur damlalarının ağırlığı ile ince dallar tamamen yola eğilmişler. Araya girmemizle buz gibi suyu üzerimize boşaltıyorlar. Biraz yürüyünce sırılsıklam oluyoruz. İnce gürgen ve akçaağaç dalları yoğunlukta. Üst katmanda ise meşe ağaçları kendini gösteriyor. En altta ise otsu bitkiler tamamen toprağı kaplamış. Bunca yeşilliğin arasında beyaz çiçekli salepler ben buradayım der gibi bize gülümsüyor. Biz de fotoğraflamadan geçemiyoruz. Tabi. Uzun yıllar kullanılmadığı her halinden belli olan orman yollarından ağaçların yardımı ile Ayaklarımızdan tepemize kadar ıslanarak yürüyoruz. Yollar karmaşık yer yer tamamen kapanmış durumda. Önceden çizdiğimiz rotamızdan uzaklaşmamak için arada bir başka yollara girip çıkıyoruz. Havdan Sarısıvat yolu sağımızda kalıyor. Bir süre ilerledikten sonra asfalt yola yaklaşıyoruz. Biraz çökek bir yer. Böğürtlenler kaplamış. Hemen aşağısında uzun ve yaşlı dişbudak ağaçları kendini gösteriyor. Biraz yürüdükten sonra yem yeşil bir açıklığa geliyoruz. Yerler ıslak olsa da bir mola iyi gelir burada diyoruz. Baharın bütün tazeliğini içimize çekiyoruz. Manzara muhteşem. Sırt çantalarımızda getirdiğimiz azıklarımızdan atıştırıyoruz. Yol boyunca ve her geçtiğimiz yerdeki ağaç ve ağaççık türleri hakkında bilgi vermeyi ihmal etmiyoruz. Bugünün başkan koltuğuna oturan Yağız çok meraklı. Soruyor öğrenmeye çalışıyor. Henüz 14 yaşında olmasına rağmen doğaya olan merakı bizi umutlandırıyor. Doğaya duyarlı gençlerin yetişmesi çok önemli. Değişik ağaç ve çalı türlerinin hakim olduğu ormanlık alanda yürürken birden önümüze parçalanmış bir inek leşi çıkıyor karşımıza. Yolun ortasına atılmış olan leş çürümüş. Parçalanmış. Önce hiç koku yokken yanından geçer geçmez içimiz kalkıyor kötü kokudan. Öğürürken içimiz çıkacak. Hızlı adımlarla geçiyoruz ama gördüğümüz ve hissettiğimiz pis görüntünün etkisi hala üzerimizde. Ölen hayvanlar için yapılması gereken işlemler belli. Koku, sinek ve sağlık riskleri taşıyan ölmüş hayvanların sağlık koruma ve hastalık kontrolü amacı ile süratle barınaklardan çıkarılması, yakılarak, çürütme çukurlarına atılarak veya derine gömülerek imha edilmeleri gerekirken getirip ormanın içine atmalarının ne kadar tehlikeli olduğu anlatılmalıdır vatandaşa. Tüm hayvanların kayıtlı olduğu günümüzde ilgili kurumların ölen hayvanların çevreye gelişigüzel atılması karşısında ne yaptıkları da düşündürücü. Bir an önce gerekli tedbirlerin alınması için ilgili kurumların harekete geçmesi umuduyla öğüre öğüre yürüyüşümüze devam ediyoruz. Bir süre yürüdükten sonra bir sırt üzerine geliyoruz. Manzara muhteşem. Yemyeşil yeryüzü ile mavi beyaz gökyüzünün derinliğinde gözlerimiz bayram ediyor. Alabildiğine yeşil. Yeşilin bütün tonları damla damla düşmüş yeryüzüne. Ağaçları yeşil renginin tonundan bile türünü ayırt emek mümkün. Açık yeşil rengi ve top görünüşü ile akçaağaçlar, beyaz belirgin çiçekleri ile çiçekli dişbudak, biraz daha koyu rengi ile meşeler, bir taraşı geri kül rengi yaprakları ile ıhlamurlar biz buradayız diye bağırıyorlar sanki. Biz de bu sesiz çığlığa etkisiz kalamıyoruz. Baharın rengini, kokusunu doya doya hissetmek için yayılıyoruz çayırlara. Uzaklarda bir minare ve evler görüyoruz. Akyaprak olduğuna karar veriyoruz. Kuzu kulağı, ekşi oğlak ekşi kulak gibi adlarla anılan bitkiler çiçeklenmiş. Yapraklarından yiyoruz. Ekşi tadı bize hoşluk veriyor. Uzun uzun doğayı dinledikten sonra tekrar harekete geçiyoruz. Geniş sırttan aşağılara bir yön çiziyor yürümeye devam ediyoruz. Yaban hayvanları tarafından veya çobanlar tarafından yapıldığına karar veremediğimiz patikaları takip ediyoruz. Havdan mezarlığının tarafından gelen dereye doğru inerken bir gurup ıhlamur ağacı bizi karşılıyor. Aşağılara indikçe meşelerin arasında ıhlamurların arttığını görüyoruz. Su şarıltısı bizi kendisine çekiyor. İyice dereye yaklaştığımızda derenin çok derin olduğunu epeyce yüksekten akan suyun çıkardığı sesi duyduğumuzu görüyoruz. Ama yaklaşmak baya zor gibi. Diğer arkadaşlarımızın rahatça inemeyeceğini düşünerek uzaktan seyrediyor ve geri dönüyoruz. Derenin sol yamacından bir patika bulup ilerliyoruz. Patikanın sonunda Sarısıvat tarafından gelen Fundalık dereye birleşiyoruz. Zeytin dere adını alan iki derenin suları ile beslenen Zeytin dere dünkü yağmurun etkisi ile olsa gerek su biraz artmış. Karşıya geçiyoruz. Dere içinde çınar ıhlamur vb ağaçlar kendini gösteriyor. Sağ tarafımızda dereyi takip eden sol yamaçtaki patikadan bir iniyor bir çıkıyoruz. Dereye yaklaştıkça su şarıltısı artıyor. Yemyeşil otsu bitkilerin arasında yükselen sumakların arasından yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Biraz sonra dereye yönelen yolu takip edince mini bir çağlayan bizi neşelendiriyor. Artık bitkilerin üzerindeki sularla sırıl sıklam olan papuçlarımızla dereden daha rahet geçiyoruz. Ben dünya para verip aldığım Salomo botları su geçiriyor diye gönderdiğim firmanın herhangi bir teknik hata yoktur diyerek değiştirmediği için yeniden giyerek geldiğim bu yürüyüşte yine sırıl sıklam olmasına anlam veremiyorum. Arkadaşların giydikleri ayakkabıları soruyorum aynı şartlarda hangisinin kuru kaldığını. Birçoğu su almadığını anlatıyor. Çağlayanı doya doya seyrediyor, resmediyor, şarıltısı ile kulaklarımızı görüntüsü ile gözlerimizi doyuruyoruz. Su sesi rahatlatıcı. Seçtiğimiz rotanın ne kadar isabetli olduğunu bir kez daha kendimiz teyit ediyor ve dere boyunca yürümeye devam ediyoruz. Görünüşte hep inişmiş gibi gözüken rotanın kah inerek kah tırmanarak devam etmesi bize ayrı bir zevk veriyor. Yol boyunca aralara serpiştirilmiş erguvan ağaçları canlı pembe çiçekleri ile ben buradayım der gibi yolumuzu kesiyor. Bazen de bembeyaz ve yoğun çiçekleri ile geyik dikenleri erguvanları kıskandırıyor. Dere içinde arada bir önümüze çıkan yabani fındıklar da ben de buradayım der gibi atılıyor önümüze. Dere içi zengin bitki örtüsü ile kaplı. Çağlayan civarında köyün suyunun buradan alındığını gösteren boruları görüyoruz yol boyunca. Zaten buraya bir yol yapılmış dereyi bir sağa bir sola kesen. Yolu takip ediyoruz. Sağa dönmemiz gerekiyor çizdiğimiz rotaya göre. Ama sağ tarafımız dik ve sık ağaçlıklı bir alan. En iyisi yolu takip etmek. Haritaya bakıyorum. Rotayı mecburen sapmışız. Hedefimiz Akyaprak göleti. Yol gölete götürüyor ama planladığımız yerden değil. Tokat Tepe'nin yanından geçerek Havdan Akyaprak Köyü toprak yola çıkıyoruz. Köye yaklaştıkça arılıklar bahçeler bizi karşılıyor. Bazı bahçelerde zeytin ağaçları var. Zeytin ılıman iklimin göstergesi. Kışların gayet ılık geçtiğini zeytinden anlayabiliriz. Bazı vatandaşlar tarlalarında bir şeylerle meşgul. Akyaprak Mezarlığının biraz gerisinden ormanla tarla arasındaki yoldan gölete doğru yöneliyoruz. Su bir başka. Su hayat demek. Su ortamı anında değiştiriyor. Göletin kenarlarında birkaç ev yapılmış. Manzara müthiş. Biraz yukarıdan gelmek için çıkmıştık yola ama ortasından inmek zorunda kaldık göletin. Karşı kıyıda balık tutanlar var. Havdan Köyünden gelen Mandal deresi üzerine yapılan Akyaprak göleti 1992 de tamamlanmış. 1,5 milyon m3 su depolanarak 3190 dekar alanın sulanması planlanmış. 200 dekar alanı kaplayan göletin gövde yüksekliği 21,5 metre imiş. Gölette amatör balıkçılık yapılabilmekte. Biga'ya yakın olan Akyaprak göletine piknik için gelinebilir. Göletin kenarına yayılıyoruz. Parçalı gökyüzünden sıcak yüzünü iyice gösteren güneş bizi ısıtıyor. Göletin yukarısına doğru bir ev daha görüyoruz. Evin önüne bir fiber kayık bağlanmış. Bir araç duruyor gölün kenarında. Ama evin civarında korkuluktan başka kimse gözükmüyor. Kayığın içine dalıyoruz. Bir süre sonra süt kardeşlerim beni çağırıyor, gölün kenarında sütlerimizi de içtikten sonra kalkıyoruz. Gölün kenarında gövdeye doğru ilerliyoruz. Gölet tam dolmamış. Suyu iyi değerlendirmek gerekiyor bu yıl da. Ormanlık alanın içine dalıyoruz bir patikadan. Genç meşe ağaçlarının arasında çalı türü kermes meşeleri de görülüyor. Mezarlığın kenarına geliyoruz. Ebedi istirahatgahta yatanlar için birer fatiha okumayı ihmal etmiyoruz. Mezarlık kenarındaki patikadan yürüyor, aşağıda göletten gelen toprak yola çıkıyoruz. Rotamızı hayvan gübrelerinin gelişigüzel stoklandığı alanlar kesiyor. Keskin taze hayvan dışkılarının yanında eskiden konulduğu belli yanmış hayvan gübrelerinin üzerinde çıkmış eşekdikenleri. Enginarı yabanisi olan u dikenlerin özellikle karaciğer sağlığı için ne kadar önemli olduğu hakkında bilgi alışverişinde bulunuyoruz. Keskin hayvan kokuları arasında köye giriyoruz. Evler tokat veya porta denilen avlu girişleri kocaman ahşap kapılarla kapalı. Sağa sola bakarken iki kadın kapıdan bize bakıyor. Selam veriyor ve konuşmaya başlıyoruz. Avludan içeri bakınca çiçeklerle bezeli merdiven ve yemyeşil bahçe görüyoruz. İçeri giriyor etrafı geziyoruz. Köy içinde yaşlı meşeler var. Acaba diyoruz Akyaprak ismi nereden gelmiş. Yaşlı akasyalar çiçeklenmiş. Terkedilmiş küçük pencereli renkli kapılar önümüzü kesiyor. Yol kenarında alet edevat bilemek için konmuş bileyi taşını zevkle çeviriyoruz. Önümüze bir evin bahçesinde epeyce yaşlı olduğu görünüşünden belli mazı meşesi çıkıyor. Bahçelerden sarkan, sokak aralarında bulunan erik ağaçlarının üzerindeki eriklere dayanamıyoruz saldırıyoruz. Bahçedeki bir kadın buradan alın diyor bizi çağırıyor bahçeye. Uzanabildiğimiz eriklerden alıyor yolumuza devam ediyoruz. Kaldırımbaşı, Akyaprak İskenderköy'den geçen asfalt yolun kenarındaki kahvehaneye dalıyoruz. Kahvahane baya kalabalık. Şaşıroyıruz bu saatte bu kadar dolu olmasına. Dünkü yağmurun etkisi olsa gerek diye düşünüyoruz. Muhtar Rıdvan Yaşar karşılıyor. Son seçimlerde yeniden seçilebilen muhtarlarımızdan. Hoşbeşten sonra soruyoruz neden Akyaprak ismi diye. Köyün aslında daha aşağıdaki değirmen boğazı denilen düzlüğe kurulduğunu, adının da İmdadiye olduğu, ancak daha iyi olacağı düşünülerek Ak meşelerin bulunduğu şimdiki alana kurulduğundan Akyaprak denildiğini öğreniyoruz. Göletin bulunduğu dere üzerinde su değirmenlerinin bulunduğunu, ancak bugün tamamen ya da kısmen yıkıklarının bulunduğunu ifade ediyorlar. Hayvancılıkla uğraşan köyden günde 2 ton civarında süt üretildiği, ancak süt fiyatlarının olması gerekenden daha az olduğunu, bunun da hayvancılığı zorladığını anlatıyorlar. Köy muhtarının söylediği çayları içtikten ve biraz dinlendikten sonra günün anısına kahvehane önünde fotoğraf çektiriyor ve aracımıza binerek yürüyüşümüzü sonlandırıyoruz. Biga doğasının her köşesinin ne kadar güzel olduğunu birkez daha gözlerimizle görüp yorulduğumuza değdiğini düşünerek Kaldırımbaşı köyüne geliyoruz. Biga'nın meşhur cevizli lokumunun üretildiği Kaldırımbaşı'nda kavunlu, narlı lokumların tadına bakıyor, ihtiyacı olanlar ihtiyaçlarını aldıktan sonra Biga'nın yolunu tutuyoruz.


Konuk Yazarlar

Etkinlik Takvimi

İletişim Bilgileri

Biga Tanıtımı