11 Aralık Dünya Dağlar Günü… Sabahattin Ali´nin Dağlar Şiirini hatırlayarak " Başım dağ, saçlarım kardır, Deli rüzgârlarım vardır, Ovalar bana çok dardır, Benim meskenim dağlardır…. Farklı yaşlardan, farklı mesleklerden birçok kişinin aynı amaçla bir araya gelen BİGTAY olarak bu pazar Bozgüç´ten başlayacak olan yürüyüşümüzü amacı hayata dağların önemi konusunda farkındalık yaratmak, dağlarda yaşayan ve geçimini dağlardan sağlayan insan topluluklarının sorunlarına dikkat çekmek, yeşil ekonomiyi güçlendirmek, dağ canlı yaşamını korumak ve geliştirmek olan Dağlar Günü temasıyla yapmak üzere insanlar sabah namazından camiden çıkarken güneşin doğmasına 10-15 dakika kala Belediye binasının önünde toplandık. Herkeste farklı bir doğa görmek heyecanı hakimdi. Selamlaşmalarla başlayan karşılaşmamızdan sonra aracımıza binerek yola çıktık. Güneş kendini göstermeye başlamasıyla hava da aydınlanıyordu. Kaldırımbaşı, Akyaprak, İskender, Gemicikırı, Kahvetepe, Sarıca, Dereköyü geride bırakarak Cihadiye Köyüne gelmeden Çeltik yoluna döndük. Kaynarca Göleti dibinde kalmış az bir suyla karşıladı bizi. Göletin yapımıyla su altında kalan çeltik yolunun yerine yeni yapılan ve bir dönem önceki bayan muhtarının gayretleri ile yapılmış asfalt yoldan köye girdik. Ancak hiç oyalanmadan yine bayan muhtarın uzun uğraşlar sonucu asfalta kavuşturduğu Bigayın Çan´a bağlayan Bozgüç yolundan devam ettik. Bozgüç Köyüne gelmeden Köyün su ihtiyacının karşılandığı deponun önünde aracımızı durdurduk. Araçtan inmemizle parlak güneş ve ılık bir rüzgar bizi karşıladı. Hazırlanıp 411 rakımlı Google eart´da Döngel Eğlence Tesisleri olarak işaretlenmiş olan Pırnal Tepenin sağ tarafındaki patika yoldan daldık grup halinde. Sol tarafımızda 2018´lerde ağaçlandırdığımız fıstıkçamı ormanı sağ tarafımızda ise bir zamanlar fıstıkçamının iç fıstığını üreteceğim hayalleri ile vatandaşlar tarafından kendi tarlalarında dikmiş oldukları tahminen 20-25 yaşlarında fıstıkçamı ormanının arasından yürümeye devam ettik. Etrafa baktığımızda meşeliklerin arasında onlarca yerde gruplar halinde gördüğümüz fıstıkçamlarının vatandaşların diktiklerini, çam fıstığı üretmek için diktiklerini, ancak son zamanlarda fıstıkçamında nükseden bir zararlıdan dolayı ya kozalağın oluşmadığı ya da oluşan kozalağın içinin dolmamasından dolayı boş olduğunu, umduğunu bulamayan vatandaşların kendi tarlalarındaki fıstıkçamlarının odununu satarak kesme yoluna gittiklerini anlattık. Buralarda çok yaygın olan genellikle meşe ağaçlarının altında alt tabaka olarak yer alan, ilkbaharda meşe ağaçları yapraklanmadan beyaz çiçekleri ile kendini gösteren, arıcıların propolis üretimi için mera olarak kullanılan ağaç fundası (Erica arborea L.) ile genelde serin, nemli ve tazece toprakların göstergesi eğrelti otları ve ladenler geceden yağan yağmurun damlalarını üzerinde taşıyordu. Ağaçların arasında ağaç fundalarının ve eğrelti otlarının arasından geçerken üzerindeki su damlaları dizlerimizde bir serinlik hissetmemize sebep oluyordu. Su geçirmez olarak dünya para verdiğimiz pantolonlarımızı burada test etme imkanı veriyordu. Bi bir buçuk metre boya ulaşmış fıstıkçamlarının arasından geçerken toprak yüzeyinin de yemyeşil otsu bitkilerin üzerine basarak doya doya etrafı seyretme imkanı bulduk. Açık hava ve parlak güneşle birlikte aydınlanan yerküre üzerinde karşımızda sola doğru Çan´ın büyük köylerinden olan Danapınarı, biraz sağda Harmanlı, Yanıç ve sağa doğru baktığımızda bugünkü hedefimiz Çaltik görünüyordu. Kestane ve Fıstıkçamları ile ağaçlandırılmış sırttın üzerindeki yol ve patikaları kullanarak eskiden baltalık olarak işletildiği meşe köklerinden anlaşılan meşe ormanının içine daldık. Bulduğumuz yollar büyük bir ihtimalle 20 yıl kadar önce traşlama tabir ettiğimiz metodla kesildiği, o yıllardan bugüne içerisine araçla hiç girilmediği belli olan yabanlaşmış yollardan yürümeye devam ediyoruz. Meşelerin altında boylu ağaç fundaları, Sandal Kocayemiş gibi çalılar alt tabakayı kapatıyordu. Bir süre yürüdükten sonra ağaçların daha kalın ve uzun ve altlarının daha temiz olduğu bir meşcere içerisinden geçerek uzun yıllar kullanılmamış, dökülen sararmış ağaç yaprakları ve ıslanmış, yumuşamış toprağı üzerine basarken ayaklarımızın hissederek yürürken temiz hava, bol oksijeni iliklerimize kadar hissettik. Aralık ayının üçte birini tamamladığımız bu günlerde parlak güneşin inatla ışığını gözümüzün içine sokması, sıcaklığını bedenimizde inatla hissettirmesinden hoşlanmadık değil hani. Gelecek yılların kurak geçeceğini hayal etmenin ne kadar kötü olduğunu düşünerek irkildi. Kabalar sırtından yürüyüşümüzü devam ettirirken önceden belirlediğimiz istikametin tamamen kapandığını gördüğümüzde navigasyon cihazı misali hedefimize gideceğimiz yolu yeniden belirleyerek devam ettik. Kaynarca göletinin inşasında kullanılan malzemenin çıkarıldığı taş ocağı çıktı karşımıza birden. Taş ocağına yukarıdan bakarak maden çalışmalarında uygulanması gereken tekniklerin uygulanmadığını, uzun zaman olmasına rağmen yine maden ocaklarında iş bitiminde yapılması gereken rehabilitasyonun da yapılmadığı alenen görünüyordu. Devlet kurumlarının çok kötü çalıştığı izlenimini vermesi açısından bu ocak güzel bir örnekti. Ocağın alt kısmına toplanarak anı ölümsüzleştirmeyi unutmadık. Yolumuz bazılarının ekili bazılarının ise nadasa bırakılan tarlalardan geçti. Ilıca dereye inen yolu adımlayarak hedefe ulaştık, Ilıca derenin içinde bir kulübe gördük. Kapısı kapalı kulübeden dışarı plastik bir borudan su akıyordu. Akan suya elimizi uzatarak sıcaklığını hissetmeye çalıştık. Mevsim normallerinden epeyce ılık olan suyun geldiği kulübenin kapısını açtığımızda küçük bir havuzcuk bizi karşıladı. Havuzun içerisindeki suyun yüzünde kahverengi bir tabaka havuzun yüzeyinin büyük bir bölümünü kapatıyordu. Tüm kaplıcalarda karşılaştığımız koku vardı ortalıkta. Kükürtlü su kokusu. Vatandaşlar tarafından zaman zaman yıkanmak için gelinen bu suyun vücut iç ve dış yaralarına iyi geldiği, hatta basuru olanların yıkandıklarında basurun iyileştiğini söyleyenler de vardı. Dereden karşıya geçerek aşağıya doğru yürüyüşümüzü sürdürdük. Bir süre orman yolundan yürüdükten sonra dere kenarındaki uzun süredir kullanılmadığı belli olan yola daldık. Derenin bir sağına bir soluna geçerek devam ettik. Ilıca dere boyunca ilerleyerek 7 dekar civarında olduğumuz ayva tarlasını görünce üretmenin ne kadar güzel olduğunu düşündük. Yoldan tırmanışa geçerek Çeltik yönüne döndük. Tırmanışta bazı arkadaşlarımız zorlansa da doğanın büyüleyici etkisi altında kimse şikayetçi olmadı. Köye yakın bir yerde bulunan dere içindeki piknik alanında biraz soluklandıktan sonra yola revan olduk. Ceviz bahçesinin yanından geçerek yol kenarındaki çiftlik karşıladı bizi. Köy içine girerken sol tarafta kocaman ve uzunca yalakları olan bir çeşme sağ tarafta ise mezarlık karşıladı. Etrafı beton çitle çevrilmiş mezarlık baya bakımlı görünüyordu. Mezarlık girişinde Kocaman bir tak ve üzerinde "Her nefis ölümü tadacaktır" yazısı bizi karşıladı. Köy içindeki yürüyüşümüz devam ederken yöreye has doğal taşlardan yapılmış ancak uzun yıllardır yaşanmamış olduğu belli olan evlerin arasında yeni beton sıvalı beyaz badanalı, genel de iki katlı evler gözümüzden kaçmadı. Taş evlerin ne kadar sağlıklı olduğu, kalın duvarlı taş evlerin yazın serin kışın sıcak olduğu geldi aklımıza. Eskilerin daha mantıklı işler yaptıklarını, her şeyin doğal olanını tercih ettiklerini düşünmeden geçemedik. Sokak aralarında büyük, ahşap avlu kapıları bizi karşılıyor. Duvarları doğal taşlardan el emeği olarak düzeltilmiş olduğu gözlerden kaçmıyor. Birçok evin çatısını da oluklu kiremitler kapatıyor. Köy kahvesine ulaşan arkadaşlarımız Çeltik köyünün sıcak çaylarını yudumlarken biz köylülerin ağzından tarih bilgisi almayı ihmal etmedik. Çeltik köyünün 93 harbinden sonra 18 ailenin Bulgaristan´ın Şumnu Akyar´dan geldiklerini, buradaki halkın çeltik ektikleri için köyün adının da Çeltik olduğunu öğreniyoruz. Çaylarımızı içtikten sonra aracımıza binip Biga´ya doğru yola çıkıyoruz. Bir doğa yürüyüşünü de yola çıktığımız Biga Belediye´sinin önünde bitiriyoruz.