"Yağmurların da ıslandığı bir yağmur vardır. Adı aşk. Ateşlerin de yanıp kül olduğu bir ateş vardır. Adı aşk. Kelebekleri intihara sürükleyen, yıldızları da kaydıran aslında aşk. Gölgelerin gölgede kaldığı bir durumdur, sırların sır verdiği bir haldir aşk. Ve aslında aşkın da aşık olduğu bir aşk vardır ilahi aşk." MEVLANA 17 Aralık 2023 Büyük Hoşgörü ve barışın evrensel sembolü olan Mevlana Celaleddin Rumi´nin Rabb´ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğü Düğün Gecesi´nin sabahında camilerin ışıkları henüz sönmemişken ayrı mesleklerden, farklı yaş gruplarından birçok insanın aynı amaçla bir araya geldiği, sevgi, saygı, hoşgörü sınırlarının zorlandığı BİGTAY olarak Dikmen´e gitmek üzere toplandık Biga Belediyesi otobüs durağında. Sevgi ve heyecan dolu bakışlarla selamladık birbirimizi. Dikmen deyince aklıma hep Ankara´nın Dikmeni gelir. Ankara´da bir semt olan Dikmen aynı zamanda bir dizi. Ama bizimkisi Biga´nın Dikmeni. Alaca karanlıkta soğuk havanın etkisi ile buğulanan camları arada bir silerek geçtiğimiz yerleri görmeye çalışarak Biga sokaklarından geçtik aracımızla. Eski hapishanenin yeni İtfaiye´nin bulunduğu köşeyi dönerek yenisi için dünya ağaç keserek belirlenen Katı Atık Bertaraf Tesisine götürmekten üşenip hala kaçamak çöplük olarak kullanılan Biga´nın eski çöplüğünü geride bırakarak Havdan yolunu kıvrandık. Karayolları ve İçdaş´a ait taş ocaklarını geçerek Havdan köyüne ulaştık. Mezarlığı geride bırakarak ormanın içine daldık. Bir süre ormanda ilerledikten sonra Sarısıvat köyünü de geride bırakarak Dikmen meydanında aracımızın motor homurtusundan kurtulduk. Köy meydanındaki çeşme bizi karşıladı bizi, Kahvehaneye doğru adım atarken "Köylü Milletin Efendisidir" yazan Atatürk büstü buyur etti kahvehaneye. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen köyün kahvehanesi açıktı. Muhtar Nazmi´nin samimi karşılaması ile dağıldık kahvehanenin dört bir yanına. Bir taraftan çaylarımızı yudumlarken bir taraftan da etrafı kolaçan ettik gözlerimizle. Caminin önünde üzerinde testi bulunan bir şelaleli havuz. Dikmen 1897 yılında Bulgaristan´ın Kırcaali çevresinden geldikleri için önceleri Kırcalı denilen köyün adı sonradan Köyün kuruluş yeri ormanlık ve çok dik olduğundan, ayrıca daha önce de bu tepeye Dikmen Tepesi denildiğinden köye de DİKMEN adı verildiğini öğreniyoruz kaynaklardan. Aracımız binip geri dönüyoruz yürüyüşe başlama noktamıza. Hafif yağmurlu, sisli, kapalı bir havada başlayan yürüyüşümüze Biga, Çan, Dikmen kavşağından 468 rakımlı Dikmen korusu Tepenin eteğinden başladık yağmurluklarımızı sırtımıza geçirerek. Ağaç fundası vb çalıların örttüğü bozuk orman alanından yağışın etkisi ile epeyce doymuş gözüken toprağın üzerine basarken toprağın suyunu pabuçlarımızın etkisi ile sıçramasına aldırmadan hızlı adımlarla tırmandık tepenin yamacına. Bir süre Sarısıvat yoluna paralel ilerledikten sonra genç meşe ormanlarının içine daldık sislerin arasından geçmişte yapılmış bir orman sürütme yolundan. Ormanın içine daldıkça genç meşe ağaçlarının arasından neden kaldığı hakkında fikrimiz olmayan seyrek yaşlı meşeleri gördük bir anda karşımızda. Önceden oluşturduğumuz rotayı saptığımızı fark ederek keskin bir manevra yaptık ağaçların arasından. Aradığımız yola ulaşana kadar biraz da dik indiğimiz yamaçtan kimi hızla koşarak, kimi düşmemek için dikkatli davranarak, kimi ise söylenerek yola indiler. Doğada özgürdük bol oksijeni ciğerlerimize bol bol doldururken. Havanın ıslaklığına ve soğuğa aldırmadan anılarımızı biriktirmeye, biriken anılarımızı ölümsüzleştirmeyi de ihmal etmiyorduk elimizdeki zamanın teknolojisi ile. Ormanın alt tabakasında seyrek ağaç fundası, cılız çalılar, otsu bitkiler arasından ilerlerken birden çalı tabakasının sandal, kocayemiş vb çalıların sıklaşması ile yürüyüşümüz zorlaştı. Çalıların arasından kolayca geçebileceğimiz yerleri doğrultmakta zorlanırken sol tarafımızın epeyce dik olduğunu fark ederek sağa doğru kaymanın doğru olacağına karar verdikten sonra sırtı inince ulaşabileceğimiz bir yol gördük aşağıda. Öndeki arkadaşlarımız sabırsız arkadakiler ise biraz yavaş. Dikkatli bir şekilde yamaçtan aşağıya inince biraz soluklandık. Yolumuza devam ederken etraftan kesildiğini fark ettiğimiz meşe odun sterleri karşıladı bizi. Araçların sık geçtiği belli olan yolu bırakarak üzerine gelen çalı ve otsu bitkilerle nerede ise tamamen kapalı ancak etrafındaki ağaçlara göre biraz daha genç olduğu her halinden belli olan yoldan yürümeye devam ettik. Bir taraftan da bu alanların yıllarca baltalık olarak işletildiğini, dolayısı ile yolların tahminen 20 yıl kadar önce yapıldığını, o günden sonra da gördüğümüz gibi yolun nerde ise kapandığını, uzun yıllar buraya insanların uğramadığını anlatıyorum. Yol o kadar kapanmış ki zaman zaman çalıların arasından geçmekte zorlanıyoruz. Bu durumdan şikayetçi olanlar da var, heyecanlananlar da. Masa başında belirlenen rotaların her zaman işe yaramayacağını anlıyor ve dere içerisinden devam ederek Şeytan dersi kenarındaki yola çıkıyoruz. Arada bir molalar vererek atıştırmalıklarımızı yiyor, suyumuzu içiyoruz. Yanında çay getirenler çaylarını yudumluyor keyifle. Şeytan dersinde suyun son yağışlarla arttığını çıkardığı çağıltılardan anlarken arada bir yolun altındaki dik yamaçtan bakarak görebiliyoruz. Dere içinden yürüyüp yürüyemeyeceğimizi ölçüp tartıyor, ama tercihimizi yoldan gitmeye kullanıyoruz. Arada bir " kaç km yürüdük, ne kadar kaldı sorularını kaçamak cevaplarla geçiştiriyoruz. Bu durumdan memnun olanlar da var şikayetçi olanlar da. Belirlediğimiz rotadan epeyce ayrıldığımız için Kapanbelen Köyüne Yukarıdan değil de aşağıdan ulaşmak oldu artık hedefimiz. Genç meşe ağaçlarının arasındaki yoldan geçerken vadi içerisinden minare uçlarını gördüğümüz köylerin hangileri olduğunu tahmin etmeyi de ihmal etmiyoruz. Köye yaklaştıkça vadiden gördüğümüz köyleri daha iyi seçiyor, Ovacık, Akkayrak olduklarını teyit ediyoruz. Şeytan dersinin düzlüğe kavuştuğu alandan itibaren oluşan ovadaki tarlaların su altında kaldığını görüyoruz. Yol boyunca oluşan dereciklerden gelen suların şırıltısı bizi mutlu ediyor. Yol boyunca ormana atılmış çöpleri görünce kızıyor ve söyleniyoruz. Çöpü gereken yerlere atmayıp ormana getirip atanları, attıranları, görevini yapmayanları yadederek yola devam ediyoruz. Köye yaklaştığımızda bizi hayvan ahırları karşılıyor. Ahırlardan inen hayvan dışkısının hiçbir tedbir almadan yola akması, yol üzerinde suyun etkisi ile oluşturmuş olduğu dışkı gölcüklerinden geçmemiz mümkün değil. Ahırların çevreye etkilerinin gözardı edildiğini sesli düşünerek yolumuzu değiştiriyoruz. Hayvan ahırının yan tarafındaki patikaya yöneldiğimizde bir köpek bizi karşılıyor. Hem havlıyor hem kaçıyor. Biz ilerledikçe geri geri havlaya havlaya gidiyor. Köyden ahırlara doğru gelen yoldan Kapanbelen Köyü Şehitler çeşmesine ulaşıyoruz. Ayakkabılarımızı ve elbiselerimizi temizleyip fazlalıkları sırt çantalarımıza yerleştiriyoruz. Tahminen 8 kilometreyi bulan yürüyüş maceramızı araçlarımıza binerek sonuçlandırıyoruz.