BİGTAY Eybekli´den Ovacık köyüne kadar yürüdü

24.12.2023 21:00:49
/haberresim\24122340.jpg

Değişik mesleklerden farklı yaşlardan aynı amaçla bir araya gelmiş kişiler olarak BİGTAY sabahın alaca karanlığında Belediye Başkanlığının önündeki durakta her Pazar olduğu gibi buluştuk selamlaşmalarla. Bu kez Eybekli´den başlayacak olan yürüyüşümüz Ovacık Köyünde sona erecekti. Aracımıza doluştuk heyecanla sohbetle muhabbetle. Güneş doğmadan ulaştık Eybekli kahvehanesine. Normal zamanlarda açık olmayan kahvehane bu kez bizim için erken saatlerde demlemişti çayını. Sadece kahvecinin bulunduğu kahvehaneye doluştuk sıcacık çaylarımızı yudumlamak için. Köyün içinde Havdan yolu üzerinde bulunan iki çınar karşılıyordu köye gelenleri. Çınarların yan tarafında bulunan değişik mimarisi ile suları akmayan gariban çeşmenin hemen arkasında suyu akan başka bir çeşme. Camiye çıkan yol üzerinde eskiden kahvehane olarak kullanıldığını öğrendiğimiz terkedilmiş bir bina dikkatimizi çekiyor değişik iç mimarisi ile. Merdiven çıkışında sağda bulunan bir masa ve hemen arkasında eski bir dolap dikkatimizi çekiyor. Yeşil renge boyanmış dolabın üst kısmında evrak koyulduğunu hissettiren gözler bulunuyordu. Dolabın dizaynı eski memurların ne kadar düzenli ve tertipli olduğunu düşündürüyor bize. Köyde fazla miktarda yaşanmışlıkları geride bırakarak çökmüş duvarlarından ahşap karkas olduğu anlaşılan evler köyden kente göçü açıkça ifade ediyor bize. Yaşam bulunan evlerin ise çoğunlukla yeniden yapıldığı ve betonarme olarak sıvandığı görülüyor açıkça. Köyde bazılarının yerli yörük, bazılarının ise göçmen olduğu bilgisini alıyoruz Kahveciden. Köyün içerisinde biraz gezinti için sokaklarda dolaşmaya başladığımızda pencerelerden meraklı gözlerin bizi süzdüğünü farkettik. Biraz dolaştıktan sonra yönümüzü buluyor ve yolumuza devam ediyoruz. Eğerlidere mevkiinden birden tırmanışa geçiyoruz bir süre tırmandıktan sonra Havdan yoluna çıkıyoruz. Doğal ağaçlıklı yollardan geçerken yol kenarındaki meşelerin epeyce kalın olması gözden kaçmıyor. Bu alanların hazine alanı veya orman olmasından dolayı kesilmeden kaldığını düşünüyoruz yolda doğanın özgürlüğünde bol oksijeni iliklerimize kadar çekerken. Orman kenarından bir süre ilerledikten sonra çayırlık bir alana geliyoruz ki eskiden orman olan bu alanın 2/B uygulaması ile tarla vasfı ile çıkarıldığını anlatıyoruz arkadaşlarımıza. Açık alanın bitişiğinde bulunan anıtsal nitelikli saçlı meşe ağacının altında oyalanıyor, anıtsal nitelikli ağaçların çok önemli olduğunu, tarihin tanıkları olan bu ağaçların anıt olarak tescil edilmeleri gerektiğini, gelecek nesilleri geçmiş hakkında ekolojik bilgiye ihtiyaçları olduğunda bu ağaçları araştırarak geçmiş hakkında bilgi sahibi olabileceklerini anlatarak bir fotoğraf karesi bırakarak biraz ilerde bulunan diğer saçlı meşesinin yanından geçerek tekrar asfalta çıkmak zorunda kalıyoruz. Bir süre asfalt yolda ilerleyerek tam virajın dönüş yerinden Göztarla mevkiinde doğayı değişik bir açıdan keşfetmenin zevkine varan avcı ile karşılaşıyoruz. Rastgele dedikten sonra mola veriyoruz. Yanımızda getirdiğimiz termoslardan çaylar, sırt çantalarından meyve, kuruyemiş vb atıştırmalıkları atıştırarak biraz dinleniyor, Asartepenin alt yamaçlarından bulduğumuz patikalardan yürüyüşümüz devam ediyor. Genç meşelerin arasından geçip önümüze çıkan yeni ekilmiş olduğu anlaşılan tarlalardan geçerek ilerliyoruz. Karşı tepelerden yapraklarını dökmüş meşelerin arasında yapraklarını dökmeyen yeşil öbekler halinde sandal ve kocayemişleri ayırabiliyoruz. Meşeliklerin arasından geçen patikalardan Kamçılık mevkiinde dere içindeki çeşmelerin önünde bir süre dinlendikten sonra Sarp dereye doğru iniyoruz. Sarpderede mevsim kışın ortası olmasına rağmen suyun azlığı dikkati çekiyor. Dere içinden taşların iyice yıkanmış olduğundan arasında bulunan granitleri seçmek zor olmuyor. Jeoloji haritalarından geçtiğimiz yerdeki yapının Granadiyorit, Diyabaz, Ganys, Mijaşist vb. kayaçlardan oluştuğunu öğrendiğimizde der içindeki kayaçların değişikliğini daha iyi anlayabiliyoruz. Dere içerisinden geçerken suyun akışının yavaşladığı zamanlarda dere içlerinde değişik kayaçların bulunabileceğini hatta kıymetli kayaçların bile toplanabileceğini hatırlatıyorum. Çubuklu dere ile Sarp derenin kesiştiği yere gelince zamanın baya ilerlemiş olduğunu düşünüp Pazar günü ailelerimizin de beklediğini hatırlayarak yolu buradan köye doğru ilerlemenin daha uygun olacağına karar veriyor ve Dedeler yolu mevkiinden ilerliyoruz. Yol boyunca buraların baya çamur olması bizi henüz işlenmemiş tarlalara yönlenmemize sebep oluyor. Kapama ceviz bahçesinin içine dalıyor yeşil çimenlerin üzerinden keyifle yürüyoruz. Ceviz tarlasının giriş kapısının yaya bölümünün kapısını açıyor ve yola çıkıyoruz. Yol kenarındaki ağaçlardan dökülen yaprakların üzerinde basarak bir süre ilerledikten sonra Bayırtarla tarafındaki tarlaların içine dalıyor tarla arasında bulunan derenin kenarındaki koca çınarların yanından karşıya geçiyoruz. Kış ortası olmasına rağmen parlak güneşin etkisi ile iyice ısınan ve terlememize sebep olan sıcaklıkla yeşil çimenlerin üzerinde dağılıyor anı ölümsüzleştirmeyi de unutmuyoruz. Yol boyunca bulduğumuz ağaç kovuklarına girmeyi de ihmal etmiyoruz. Tarla içerisinden ilerleyerek köşede bulunan ahşap kapıyı açıyor arkadaşlarımızın yola çıkmasını sağladıktan sonra kapıyı kapatmayı da unutmuyoruz. Bu arada yol boyunca orman içerisine çöp atanların da kulaklarının çınlamasına sebep olacak sözleri sarfetmeyi de unutmuyoruz. Keyifle sohbetle muhabbetle geçen bir yürüyüşün sonuna doğru bizi yıllar önce öğrencilerinin sonra da öğretmenlerini kaybeden halen kapısı penceresi yokolmuş, çatısı kısmen çökmüş köy okulu karşılıyor. İçine dalıyorum, öteberi konmuş olan okulun virane olmuş odaların duvarlarında küçücük çocukların şen bağrışmaları yankılanıyor. Okulun etrafında dimdik ayakta duran kalın kızılçam ağaçları köy öğretmenlerinin öğrencilere ağaç sevgisini aşılamak için ağaç diktirdiklerini bunları her yıl düzenli olarak sulattırdıklarını ve bugünlere kocaman ağaçlar olarak geldiklerini görebiliyoruz. Bu ağaçlar bu kadar büyüdülerse o günkü öğrencilerin birçoğunun ülkenin değişik yerlerinde değişik mesleklerde görev yaptıklarını hatta birçoğunun emekli olduklarını hayal ediyoruz. Bugün bazı okullarda yöneticilerin ağaç türlerini sevmedikleri için kestirdiklerine şahit olmanın ne kadar üzücü olduğunu hatırlıyoruz. Hatta bazı okullarda eski yıllarda dikilen ağaçlardan çocukların kafasına kozalak düşecek endişesi ile kocaman ağaçları kestirmek için çaba harcamaları da nereden nereye geldiğimizi hatırlatıyor bize. Çocukluğumuzun anılarını hatırlatan köy okulunu arkamızda bırakıp köye doğru yürüyoruz. İki köpeğin havlaması bazı arkadaşlarımızı korkutsa da bazı arkadaşlarımızın köpeklere gösterdiği sevgi ile anında dost olması da dikkatlerden kaçmıyor. Sevginin çok kıymetli olduğunu yaşayarak öğreniyoruz. Köy sokaklarında ilerledikçe görünen manzara birçok evin sadece yaşanmışlıkları ile yıkılmaya yüz tuttuğu, birçoğunun terkedildiğini görmek içimiz burksa da köyden kente göçün simgesi gibi duruyorlardı yıkık duvarları çökmüş çatıları ile. Kapısı açık, küçücük penceresi ile beni karşılayan bir kulübe görüp daldım içeri. Bir körük ve ocak duruyor girişin solunda. Demirci körüğü zannettim önce. Çıktım oradan yan tarafta küçük pencereli, ahşap süslemeli kapısından içeri daldım. Kenarda ne zamandan kaldığı belli olmayan şemsiye vb eşyalar, duvarda tam da bizim yöredeki evleri andıran ocak duruyordu. Yörük köyü olduğunu öğrendiğimiz Ovacık köyünde de Biga´ya yakın olmasına rağmen insanlar köyü terketmiş, yaşlılar bu dünyadan göçünce insansız kalan evler de çökmüştü anlaşılan. Sokağın ortasında İsmail amca ile karşılaşıyorum. Biraz önce gördüğüm körüğün kalaycı körüğü olduğunu, Kalaycı Hayri Amca´nın yıllarca yöre halkının kap kacaklarını düzelterek parlattığını, sağlıklı bir şekilde insanların kullanımına sunduğunu öğreniyoruz. Kapı penceresi açık kalmış, duvarları ve çatısı kısmen yıkılmış olan kalaycı dükkanının sahibi Kalaycı Hayri amcanın da öldüğünü, kendisi ile birlikte mesleğin de terkedildiğini öğrenmek içimizi acıtıyor. Bazı mesleklerin mesleği son yapanlarla birlikte kaybolması da hoş değil tabi. Biraz ilerde elinde çalı süpürgesi ile kapısı açık tokat girişini süpüren bir kişi görüyor yanına yaklaşıp selam veriyorum. Selamı alıp bir taraftan süpürmeye devam ederken bir taraftan da benim sorularıma cevap veriyor. Adının Ali Çiçek olduğunu öğrendiğimiz amcanın mesleğinin de çiçekçilik olduğunu öğrenmek bizi şaşırtıyor. Etrafta bulunan makine ekipman, araç ve gereçlerden aşağı yukarı ne işe uğraştığını, hobilerini tahmin etmek zor olmuyor tabi. Ama biz yine de kendisinden iyi bir dalgıç olduğunu, denizin içinin doğadan farkı olmadığını, hatta daha da güzel olduğunu anlatıyor bir çırpıda. Şu anda dalgıçlıkla uğraşmaya vakit bulamadığını da ekliyor sözlerine. Ben de kendilerinin gençlere dalgıç eğitimi almalarında çok faydalı olabileceğini anlatıyorum. Köy meydanından evlerin arasına kafamızı uzatınca her aralıkta kaybolan yaşamları görüyoruz. İki katlı bir evin ortasından ayrılmış gibi duran yıkıntısından net olarak iç mimarisi hakkında fikir vermek mümkün gibi duruyor. Etrafı söyle bir kolaçan ettikten sonra toplanıyoruz ve aracımıza binip Biga´nın yolunu tutuyoruz. Doğa bizi biz doğayı seviyoruz.


Konuk Yazarlar

Etkinlik Takvimi

İletişim Bilgileri

Biga Tanıtımı