BİGTAY Havdan´dan Akpınar köyüne kadar yürüdü

8.01.2024 12:22:54
/haberresim\81242543.jpg

Farklı meslek gruplarından, farklı yaşlardan cinsiyet farkı gözetmeden aynı amacı paylaşan birbirlerine karşı sevgi, saygı, fedakarlığı elden bırakmayan insanlardan oluşan BİGTAY rotasını Havdan köyüne doğru çevirdi bu Pazar. Fırtınalı bir gecenin ardından gelen şiddetli yağmurla uyandık derin uykumuzdan. Hava durumunu kontrol ettik günün değişik saatlerinde nasıl olacak diye. Saat dokuza doğru havanın sakinleşeceği, yağmurun azalacağı bilgisini aldıktan sonra sekiz olan buluşma saatini 8.30´a güncelledi başkanımız Ömer Tan. Hafifleyen yağmurun altında yeni aldığımız su geçirmez botlarımız ayağımıza, su tutmaz pantolonumuzu bacağımıza, su geçirmez montumuzu sırtımıza geçirip attık kendimizi yağmurun altına şemsiye filan almadan. Yürüyüş işi yapılacaksa istikrarlı yapılmalı idi bize göre. Her türlü hava hallerinde yürüyebileceğimiz bir donanım gerekli tabi ki. Yoksa sadece iyi havalarda yürümek zorunda kalırdık günlük elbiselerimizle. Yağmurun altında her Pazar buluştuğumuz Belediye durağında soluğu aldık heyecanla. Hava yağışlı olduğundan buluşma yerine ulaşan aracın içinde alıyor soluğu. Aracımız dolup yoklamayı yaptıktan sonra buğulanan camlarıyla aracımız homurdanarak yol almaya başladı. Aracın camlarından dışarısını göremiyor, elimizle kolumuzla sildiğimiz camlardan zorla da olsa görmeye çalışıyoruz geçtiğimiz yerleri. Biga´yı geride bırakarak Biga İtfaiye binasının yanından eski Biga çöplüğünden geçerek Havdan´a ilerledik. Hava kapılı olduğundan sanki alaca karanlıkta vardık Havdan köyüne. Köylerde alışılmışın dışında 5 katlı bir apartman karşıladı bizi. Hemen yan tarafında bulunan caminin altındaki kahvehaneye daldık dalmasına ama kahvehane açık olmasına rağmen kahveci olmadığı gibi ocak da buz gibi idi. Önceden konuşulduğu halde kahvecinin ve çayın olmaması hüsrana uğrattı yürüyüş arkadaşlarımızı. Yanlarında getirilen börek poğaça, termoslarda çayları çıkarılarak kahvaltı yapıldı hep birlikte. Biraz sonra genç bir vatandaşın yanımıza gelmesi ile köy hakkında biraz bilgi almak üzere sohbete koyulduk. Havdan Köyü´nün bir pomak köyü olduğunu, 1881 yılında, Bulgaristan´ın Filibe, Poyna, Dravna, Bufku bölgelerinden gelenlerden kurulduğunu öğreniyoruz. Konuşma arasında eskiden Havdan köyünde vatandaşların haftada 1000 çift ayakkabı üretiklerini ama şu an üretecek kimsenin kalmadığını dolayısı ile ayakkabı üretiminin de sonlandığını anlatıyor Yunus. Köyün yukarısından başlayacak şekilde planladığımız yürüyüşü biraz geç çıkmamızla zamanın biraz daralmış olması, havanın da pek iyi olmamasından dolayı hemen köyden başlayıp Akpınar´a ulaşacak şekilde yeniden planlayarak yola çıkıyoruz. Havdanda yeni yapılmış çok katlı betonerme evlerin arasında eski yıllarda yapıldığı pişmiş tuğladan ve taştan yapılmış evlerin kiminin artık kullanılmadığını, kiminin de teknolojinin nimetlerinden faydalanarak pencere ve kapılarının penle yenilendiğini görüyoruz. Köy içerisindeki sokaklardan ilerleyerek Eybekli yönüne yollanıyoruz. Bir süre yürüdükten sonra Eybekli asfaltına çıkıyoruz. Eybekli- Havdan yolunun eskiden toprak yol olduğunu, Eybeklili bir siyesetçinin ısrarları ile asfallta kavuştuğunu hatırlatıp birçok yerde lüzumlu olup olmadığına bakılmaksızın hizmet yapılmaya çalışıldığını anlatarak eleştiriyoruz. Bir süre asfalt yoldan ilerleyerek yolun solundan çalılık alana dalıyoruz. Araç yollarını tercih etmesek de çalılıkların arasında geçmek bazen zorlaşıyor mecburen Havdan köyünün yukarılarından gelen derelerden beslenerek gelen Mandal dersinin kenarından geçen yola çıkıyoruz. Yolun kenarından devam eden eski patikaları tercih ediyoruz. Dere kenarından yürüyerek taşlara basarak dereden geçiyor, derenin bir sağından bir solundan ilerleyerek temiz havayı iliklerimize kadar çekiyoruz. Suyun şırıltısı bizlere büyük mutluluk veriyor. Geçtiğimiz yerlerde karaçalı, kuzu pırnalı vb çalıların arasında tek tük genç meşe ağaçları yükseliyor. Arada bir kızılcıkların arasından geçip Yürüyüş yolumuz üzerinde çalı halinde bolca bitkilere rastlıyoruz. Arkadaşlardan bazıları merak edip soruyor. Biz de gürgen olduğunu, ülkemizde bulunan iki gürgenden genelde çalı formunda bulunan doğu gürgeni olarak bildiğimizi, bir de Adi Gürgenin bulunduğunu, bu türün ise ağaç halinde bulunduğundan bahsedip yolumuza devam ediyoruz. Dere içerisinde epeyce çap yapmış kızılcıklar dikkatimizden kaçmıyor. Aşağılara inildikçe dağ dişbudakları çalı formunda yolumuzu kesiyor. Derenin bir sağına bir soluna dere içindeki taşlara dikkatle basarak geçerek yürürken suyun çağıltısının arttığını fark ediyor merakla görmek için dere kenarına geliyoruz. Çok büyük de olmasa bir çağlayanı görüyoruz merakla. Çağlayanın alt tarafında bazı borulardan ve yapılardan buralardan köyün birinin su kaynağı olduğunu fark ediyoruz. Ancak kayalıklardan geçmemiz mümkün değil. Derenin karşısına geçiyor ve yanlamasına tırmanarak sırta doğru ilerliyoruz. Arazinin biraz dik olmasından dolayı bazı arkadaşlarımız zorlanıyor. Yamacı çıkınca mola veriyoruz, biraz dinleniyor, sırt çantalarımızda getirdiğimiz fındık fıstık vs atıştırarak biraz enerji almaya çalışıyoruz. Bu arada hava yükseliyor, güneş açıyor, gece vakti başlayan fırtınalı yağmurdan eser kalmamış, güneşin etkisi ile hava ısınmış, üzerimizdeki elbiseler fazla gelmeye başladığından birer birer eksiltmeye başlamıştık bile. Bir süre dinlendikten sonra yan yoldan dereye doğru inen bir patikayı buluyoruz. Uzun yıllar önce bir kaynaktan getirilen suyu taşıyan borular için açıldığını farkediyor ve patikadan dereye doğru ilerliyoruz. Dereye inince bir bina ile karşılaşıyoruz. Köye giden suyun motopompla basıldığı yer olduğunu düşünerek yola devam ediyoruz. Yoldan ilerleyerek tekrar sırta doğru tırmanıyoruz. Sırttan sağa dönüp tarla kenarlarından Mandal deresine giderken içerisinden geçtiğimiz hiçbir tarlanın ekilmediğini görerek üzülüyoruz. Uzun zaman işlenmeyen tarlalarda hayvan bile otlamadığını uzayıp kuruyan otlardan anlamaya çalışıyor ve ülkemizde üretenin her zaman kaybetmesinden dolayı üretmenin de terkedildiğinin göstergesi olduğunu düşünüyoruz. Mandal deresine indiğimizde Taşlı bayır mevkiindeki tarlalarda ceviz ağaçları bu alanlarda bir zamanlar üretim yapıldığının göstergesi olduğunu düşünüyor dere içinden ilerleyerek karşı tarafa geçiyor, uzun yıllar önce yapıldığı anlaşılan sürütme yolundan ormana giriyoruz. Büyük dişbudak ağaçlarından birkaç tanesini geride bırakarak çalı formundaki bitkilerin arasından taşlı yoldan yürüyerek biraz sonra orman içinden geçen ana yola ulaşıyoruz. Bir süre yürüdükten sonra çalışarın sıklaştığından biraz fazlaca kullanıldığı görülen yoldan yürümenin daha doğru olacağını düşünerek navigasyonumuzu yeniden ayarlayıp yola düşüyoruz. Yolun üstünde toplanan sulardan killi toprağın daha da cıvıklaşarak bizi engellediğine şahit oluyoruz. Esmer toprakların bulunduğu alandan çıkıp birden kırmızı renk alan killi toprağın üzerinden yürürken ayakkabılarımıza bulaşan toprakla ağırlaşmasıyla yürüyüş tempomuzun düştüğünü farkediyoruz. Köye yaklaştıkça bazı işletmelerde çalışan insanlara selam veriyoruz. Köy mezarlığına ulaştığımızda bir çeşme görüyor ve yapışan çamurla ağırlaşan ayakkabılarımızı hafifletmek için suya saldırıyoruz. Biraz ilerleyince yolumuzu bir koyun sürüsü kesiyor, aralarından geçmeye cesaret edemiyoruz, önde çoban arkada koyunların arasında hırlayan köpek. Yolun kenarında durup sürünün geçmesini yeğliyoruz. Karşımızdan gelen bir traktör yanımıza geldiğinde duruyor. Bir zamanlar Öğretmenevi Müdürlüğü yapmış olan Sami hocam olduğunu görünce seviniyor, eski bir dostumuzu uzun zamandır görmemenin özlemi ile selamlıyoruz. Sohbet anında bazı arkadaşlarımızın tanıdıklarının akrabası olduğunu öğreniyoruz. Sami Hocam uzun yıllar birçok öğrenciyi yetiştirdikten sonra emekli olmuş ancak durmayarak bir işletme açmış üretime devam eden örnek bir öğretmenimiz. Biraz önce geçen koyun sürüsünün de onun olduğunu öğreniyoruz ve daha da takdir ediyoruz. Sami hocamdan ayrılıp köye devam ederken yol kenarlarında gördüğümüz çeşmeleri geçerek köy camisinin yanına geliyoruz. Burada da üstü kapalı bir aralığa girince bolca su akan olukları görünce neden Akpınar dediklerini anlamakta güçlük çekmiyoruz. Bazı tanıdık insanların yoğun ilgisi ile karşılaşıyoruz. Her köyde olduğu gibi bazı binaların yenilendiğini, bazılarının eski halini koruyarak ufak tefek değişiklikler yapılarak yaşamın devam ettiğini, bazılarının ise yaşayan insanların terketmesi veya bu dünyadan göçmesi nedeni ile yıkılmaya başladığına şahit oluyoruz. Kahvehanede sohbet etiğimiz insanlardan bu köyün 3-4 yörük tarafından kurulduğu, küçük bir oba iken Bulgaristan’ın; Filibe Kasabası Dravna ve Foyna Köyleri’nden gelen Pomak göçmen grubunun yerleşmesiyle bugünkü köy olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Köyün asıl aşağıda bir yere kurulduğu, ancak eşkıyanın baskınlarından bıkan köylülerin bugünkü yerine geldiklerini öğreniyoruz. Köyün doğusunda bulunan kaynaktan dolayı Akpınar ismini aldığını, o zamanlar suyun bulunduğu alanda iki değirmenin bulunduğu, değirmenlerden birinin tamamen diğerinin ise kısmen yığıldığını bilgisi bizi şaşırtıyor. 1960´larda bu suyun Biga´ya götürüldüğünü öğreniyoruz. Bizi bekleyen aracımıza biniyor ve Akpınar´ın adını aldığı pınarın önünden geçerek Biga´nın Karaçayır mezarlığının yanından Biga´ya girdik. Yol boyunca arkadaşlarımızı birer birer bırakarak sabah başladığımız yürüyüş macerasını başladığımız yerde sonlandırdık.


Konuk Yazarlar

Etkinlik Takvimi

İletişim Bilgileri

Biga Tanıtımı