BİGTAY Sarnıç’tan Yolindi’ye Balıklı Çay Rotasında.

19.02.2024 14:06:29
/haberresim\19224830.jpg

Bazı inanışlara göre tanrının 6 günde dünyayı yaratarak dinlendiği Pazar sabahında değişik meslek ve yaş gruplarından insanların aynı amaç için bir araya geldiği BİGTAY Biga’nın tamamen ormanlarla kaplı Sarnıç ve Yolindi doğasında yürümek üzere güneşin doğuşu ile birlikte her Pazar buluştuğumuz Belediye Başkanlığının önünde toplandık. Selamlaşmadan sonra aracımıza binerek önceden kavilleştiğimiz gibi Maksudiye (Hacıköy) kahvehanesinde kahvaltı yapmak üzere mola verdik. Çerkes ve muhacirlerden oluşan Hacıköy Kahvehanesinin yan tarafında bulunan büyük söğüt kütüklerine merakla bakarak kahvehaneye girdiğimizde merakımız biraz olsun giderildi. Zira kahvehanenin ortasında kamyon tekerleğinin cantlarından yapılmış kocaman bir soba ortalığı ısıtıyordu. Bu sobayı ancak yanda duran koca kütükler doyurabilirdi. Sobanın etrafında koyulmuş masalara dağıldık. Arka tarafta da özel koltuklardan oluşmuş bir alan vardı. Kendi kendimize burası vip salonu olmalı dedik ve kurulduk koltuklara. Sırt çantalarında kahvaltılık getirenler Hacıköy’ün sıcak çayını yudumlayarak yedikten sonra aracımıza doluşarak İnova’nın yolunu tuttuk. Hacıköy asfaltından ilerlerken çatallaşan yolun sağından Camialan tarafına saptık. Biga Ovasının Gümüşçay tarafını sulayan Taşoluk barajının gövdesinin üzerinden geçerken suyun baya yükseldiğini görmek bizi sevindirdi. Acaba bu yıl dolacak mı diye düşünmeden geçemedik. Hakkında pek bir bilgi sahibi olmadığımız ancak 1973 tarihli haritalarda Taşlukbaşı Mahallesi olarak kayıtlı olan mahalleden birkaç evin kaldığı alana Çınarcık deresi üzerine yapılan Taşoluk Barajı 1995-2001 yılları arasında yapıldığı, 88 milyon m3 su toplandığı bilgisine ulaşıyoruz. Biga tarımı için büyük önem taşıyan barajın 2023 yılındaki kuraklıktan dolmadığı, bu yıl ise şu an yüzde 60 dolu olduğu bilgisini paylaşıyoruz arkadaşlarla. Barajın henüz dolmamış kıyılarında bazı insanların balık tutmaya çalıştığını görüyor ve genç meşe ormanlarının arasından karayılan gibi uzayan asfalt yoldan ilerliyoruz. Yol boyunca sıra halinde dikilmiş fıstıkçamı ağaçlarının dikildiği yılları hatırlıyor, Harmanlı Dere mevkiindeki sırtın üzerinde bulunan çeşmenin çevresinde karavan konulabileceği fikrini atıyor bazı arkadaşlarımız. Bir Pomak köyü olan Camialan Köyüne selam verip geçiyoruz. Köyün içinde yol kenarında bulunan hint yemişlerini daha önceki yürüyüşlerimizde yediğimizi hatırlıyoruz. Sarnıç obalarına ve Yolindi köyüne giden yolun artık toprak olması ilgimizi çekiyor. Aşağıinova’dan Yenice’ye bağlanan yolun asfalt olması gerektiğini düşünüyor ve arabanın motor homurtuları eşliğinde ilerliyoruz. Kazıklıoba kavşağını geride bırakarak Sülünoba, Ahadinoba ve Gökesu obalarından oluşan Sarnıç Köyünü geçerek ilçe sınırlarından çıkıyor ve Yenice Aşağı İnova köyüne ulaşıyoruz. Yenice yönüne doğru ilerleyerek Yukarıinova ve Aşağıinova köylerinin güneyinden geçen inova düzlüğünün oluşmasında büyük katkısı olan Çaydere ile Yenice tarafındaki köylerin topraklarını taşıyarak yine inova düzlüğünün oluşmasını sağlayan Balıklı Çay’la birleşerek hemen aşağısındaki köprüden geçiyor, Balıklı çayı takip ederek Yolindi köyüne ulaşan toprak yola dönüyoruz. Aracımız buradan ileri gidemeyeceğini gitse bile ilerde dönüş yapmakta zorlanacağını söyleyen Sadullah bütün planlarımızı alt üst ediyor. Buradan 4 km kadar gittikten sonra başlayacak olan yürüyüşümüze İnova çıkışından itibaren başlamak zorunda kalıyoruz. Toprak yol satabil hale getirilmediğinden geçmiş günlerde yağan yağmurlar nedeni ile çıvıklaşmış. Son hazırlıklarımızı yaparak yürüyüşe başlıyor, Eski Karadoru Köy yolu kavşağını geride bırakarak yaklaşık bir hektar büyüklüğündeki ormanlık alanın içinden geçip tarlaların arasından devam eden yola revan oluyoruz. Sol tarafımızda bütün haşmetiyle yukarı havzalardan gelen derelerin de taşıdığı alüvyonlarla oluşturduğu bereketli düzlüğün ortasında kıvrıla kıvrıla ilerleyen Balıklı Çay’ın kılavuzluğunda yürümeye devam ediyoruz. Bereketli tarlaları ve tarlalarda kurulmuş besi tesislerini kurtarınca Yenice Orman İşletme Müdürlüğü sorumluluk sahasında bulunan genç meşe ormanlarının içine dalıyor ve cıvıklaşmış çamurlu yoldan kendimizi kurtarıyoruz. Kış mevsimi olduğundan meşeler ve çalıların hemen hemen tamamı çıplak. Ancak sulak yerlerin bitkisi sarı renkli düğün çiçeğini, ağaçların altında tek tük sarı çiğdem bizi karşılıyor. Sarı çiğdemin soğanının ve çiçeklerinin çayının çok güzel olduğu hakkında bilgisini paylaşıyor Ramazan Bey. Zaman zaman gruplar halinde kardelen çiçekleri yolumuzu kesiyor, son zamanlarda küserel kuraklıktan kaynaklandığını düşündüğümüz kar yağışının azalmasına rağmen açmak zorunda kaldıkları hakkında sitem ediyor ve küresel kuraklık için tedbir alınmazsa yaşam alanlarının yok olması ile buraları terk etmek zorunda kalacaklarını bildiriyorlar. Açık alanlarda kendini gösteren çayır güzelleri de kendilerini göstermek için çırpınıyorlar. Henüz belirli sayıda bitkinin tek tük açan çiçeklerini görmeden geçemiyoruz tabi. İlkbaharın sonlarına doğru çiçek açan Köpek soğanı ve tükürük otu adlarıyla da bilinen Akyıldız çiçeklerinden bazılarının da acele ettikleri gözümüzden kaçmıyor. Henüz yapraklanmamış genç meşe ağaçlarının altında yer yer kızılcık, diken ardıcı … vb. alt tabakada yer alıyordu. Toprak zemininde alacalı yaprakları ile syklemenlerin toprak yüzeyini kapattığını görüyoruz. Syklemenlerle ilgili bilgi vererek ilerlerken birden ağaca dayanmış bir çuval çıkıyor karşımıza. Ağzına kadar syklemen yumrusu dolu. Kaçak olarak toplandığından şüpheleniyor ve ormanlarda böyle bitkileri toplamanın izne tabi olduğu hakkında bilgilendiriyoruz. Tavşankulağı, Buhurumeryem, Mormilik adı ile bilinen Syklemenin süs bitkisi olarak yaygın olarak kullanıldığını anlatıyoruz. Zaman zaman önümüzü kesen dikenli teller ve yoğun çalılıklar, dik yamaçlar ve derelerden dolayı paralelimizde uzanan toprak yol imdadımıza yetişiyor ve çamur da olsa yürüyüşümüze oradan devam ediyoruz. Biga Orman işletme Müdürlüğü sorumluluk sahasındaki meşeliklere giriyoruz. Hafif dalgalı araziden meşe ağaçlarının arasından hafif hafif tırmanıyoruz. Sırtı aşınca dik bir yamaç karşımıza çıkıyor, yamacı zikzaklayarak inmeye çalışıyoruz. Güdüllü dere, Döşemedere, Çamdere vb irili ufaklı derelerin az veya çok sularını Balıklıçaya akıttıklarına şahit olarak Kuzgundere’ye geliyoruz. Kuzgundere’nin kenarında Armutcuk dağına doğru giden yolu geride bırakıp Yolindi yönüne dönüyoruz. Yol üzerine dere yatağına yapılan kasisin üstünden geçen suyun gür ve derin olması geçişimizi zorlaştırıyor. Önümüzden gürül gürül akan dereden geçmek için çareler ararken yürüyüş liderimiz Zübeyr Arkadaşımızın bir kütüğü omuzlayıp gelmesi ile bir ümitleniyoruz. Ancak kasisin üzerinden kütükle geçişin zor olduğunu anlayınca derenin üst kısımlarında geçebileceğimiz bir yer arıyor, kütüğü derenin ortasına yerleştirip etrafına daha ince odun parçaları ile geçişi kolaylaştırmaya çalışıyoruz. Birbirimize yardım ederek bata çıka dereyi geçiyor, Kuzgun derenin üstüne yol geçişine kasis yapılmasının ne kadar yanlış olduğunu, yollardan sadece aracın değil aynı zamanda yayanın da geçebileceğinin unutulmasının büyük bir hata olduğu kanaatına varıyor ve yapan mühendisleri yadederek yolumuza devam ediyoruz. Yol üzerinde bir zamanlar orman deposu olarak kullanılan Beyoluk deposunun terkedilmiş barakasının yanından geçerken arada bir birilerinin burada kaldığının işaretlerini görerek yolumuza devam ediyoruz. Orman içerisinde bulunan henüz çürümemiş ancak ölü olan kocaman meşe kökleri buraların yaşlı ormanlarla kaplı olduğunun ancak zamanla kesildiğinin işaretleri. Yol kenarında epeyce yaşlı olduğu dip kütüğünden belli, kesilmesine rağmen sürgün vererek yaşamına devam etmeye çalışan Biga ormanlarımızda nadir olarak görebileceğimiz Porsuk ağacı ile karşılaşınca seviniyor, kesenlere lanetler yağdırmayı da ihmal etmiyoruz. İnsanların biyolojik çeşitliliğe karşı daha bilinçli olmaları gerektiğini, ormanlarımızı yönetenlerin gerekli bilgi donanımına sahip olmalarının ne kadar önemli olduğunu vurgulayarak yolumuza devam ediyoruz. Sağ tarafımızda deliksiz meşe ormanları sol tarafımızda ise Sarnıç köyünü oluşturan Gökçesu ve Sülünobayı görüyoruz. Bir süre yürüdükten sonra Gökçesuoba’dan inen yolun dereye kavuştuğu alana geliyoruz. Balıklı Çay vadisi boyunca inen derelerin sularını alarak yükselen suları ile karşıya geçit vermiyor. Suyun akışına bakarak derinliği tahmin etmeye çalışıyor burada dere boyunca kano sporunun yapılabileceği konusunda tartışıyoruz. Biga’ya yeni bir hava verebilecek olan Kano sporunun Balıklıçay boyunca Taşoluk barajında denenmesinin bir şey ekşitmeyeceğini düşünüyor ve birilerinin buna önayak olmasını hatırlaıyoruz. Yol boyunca bisiklet ile uğraşan arkadaşlarımız yürüyüş rotamızda arada bir bisikletle geldiklerini anlatıyor. Gökçesu’dan Balıklıçay’a inen toprak yolun dereye ulaştığı yere geliyoruz. Dere yatağının baya geniş olduğu bu alanda yaşlı ve değişik vaziyette büyümüş çınar ağaçları bize hoşgeldiniz diyor. Buradaki yaşlı çınar ağaçları ile sohbet ederek biraz dinlenmenin yararlı olacağını düşünerek dağılıyoruz alana. Kimizi çınarlara tırmanarak, kimisi dere kenarına oturarak, kısaca herkes değişik pozisyonlarda poz veriyor birbirine. Bazılarımız da selfi çekerek ölümsüzleştiriyor anı. Karşımızda Gökçesudan gelen yolun ucu gözüküyor. Balıklıçayın azgın suları geçit vermiyor yaya olarak geçmeye. İşte yazın suları azalan Balıklıçay’dan rahtlıkla geçtiğimiz yerden geçmek mümkün değil. O nedenle İnovalara gitmek zorunda kaldığımızı daha iyi anlıyoruz. Sere serpe dağıldığımız dere yatağından gitmek zamanı gediğini düşünüyor ve toplanıyoruz. Biraz yüksekde bulunan yola çıkmak için seçtiğimiz yer biraz zorluyor arkadaşlarımızı. Yamaçta Çınar ağacını kolları ile sımsıkı sarmış gürgen ağacı dikkatimizi çekiyor. Ormanda değişik ağaç türlerinin birbirlerine destek olarak kardeşçe yaşamlarına rağmen dünyada insanların savaşlarına birbirlerine zulümlerine anlam veremiyoruz. Yolumuz Biga’nın 1935 lerde içme ve kullanma suyunu çözmüş olan Pança Suyu’nun başına ulaştırıyor bizi. Baraj inşaatı sırasında su yolunun birçok yerinin bozulmuş olduğundan kullanılmaz hale gelen Pança Suyu alternatif su kaynakları nedeni ile terk edilmiş. Ancak son zamanlarda Biga’da yaşanan su kesintileri yeniden akla getirmiş Pança’yı. Ama yapılan hesaplar Biga’ya yeniden su taşımasının maliyetinin 50 milyon lira civarında olduğunu ortaya koyunca kaynak bulmak üzere beklemeye alınmış. Çatısı çökmüş bir kulübenin yanında tesise enerji, taşıyan elektrik hattı ve trafosu var. Dipten çatallanmış kocaman gövdeli çınar ağacı sanki Pança suyunun etkisi ile büyüyüp gelişmiş sanki. Yolumuza devam ediyoruz ve Pança’ya bir zamanlar elektrik getiren hattın kopmuş tellerinin yollarda sarktığını görüyoruz. Bir süre ilerledikten sonra bir dereden akan suyu görüyoruz. Bir arkadaşımız küçük bir şelale olduğundan bahsediyor ve biz de görmek için patikadan ilerliyoruz. Kalın mavi bir boru gözümüze ilişiyor. Buradan bir yerlere su alındığının emareleri duvar kalıntıları karşımıza çıkıyor. Şelalenin önünde devrilmiş üzeri sarmaşıklarla kaplanmış ağaç gövdesine sıralanıyoruz birkaç arkadaş. Keyifle fotoğraf çekerken birden ayağımın altından bir şeyin kaydığını hissediyorum. Kafamı kaldırdığımda yanımızdaki iki arkadaşın kafalarının aşağıda ayaklarının ise yukarıda olduğunu görünce korkuyla kurtarmaya çalışıyoruz. Üzerine oturulan ağacın kırılması ile arkadaşların tersyüz olduğunu anlıyoruz. Arkadaşlara yardım ederek kaldırıyoruz. Çok şükür ki bir şey yok. Şelalenin büyüsü ile anı ölümsüzleştirmeyi unutmuyoruz. Yol boyunca tek tük açmış olan mavi anemon çiçeği önümüze çıkıyor. Tıbbi olarak birçok faydalarından bahsedilen mavi anemonu yol boyunca bize eşlik ediyor. Yolda yürürken birden yüzüstü yere düşüyorum. Sol elimin ayası ile tutunduğum yerde çenem şiddetle yere çarpıyor. Gitti çenem diyerek ayağa kalkıyorum. Çok şükür ki çenem ve dişlerim sağlam. Ancak çenemin alt kısmındaki et açılmış. Kanlar akıyor. Arkadaşlarım sağ olsunlar kimi su kimi gazlı bez vs ilk pansumanı yapıyoruz. Çenemizden kan akarak yolumuza devam ediyoruz. Yolumuza devam ediyoruz arazinin müsait olduğu yerlerde dere kenarına iniyoruz. Dere boyunca Yolindili vatandaşların tarlalarda yetiştirdikleri ceviz ağaçlarının arasından yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Balıklı çayın menderes yaptığı yerlerde birden tarlalar sona eriyor ve dik yamaçlar karşılıyor bizi. Dere kenarında yükselen kayaların arasında kendini gösteren ağaçların kökleri şaşırtıyor bizi. Yol kenarında yükselen kayanın çatlaklarından uzayan ağaç kökleri doğanın gücünü gösteriyor bizlere. Zorlanarak tırmandığımız zorlu yamaçtan yola çıkıp yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Köye yaklaşırken tekrar dere kenarındaki yola iniyor ve su ile birlikte ilerlemeyi sürdürüyoruz. Balıklı Çay vadi boyunca yamaçlardan inen derelerden aldığı suyla yükünü baya arttırmış olarak Yolindi köyünün kenarından geçiyor ve Taşoluk barajını doldurmaya devam ediyor. Yol kenarlarında vatandaşların çöplerini her köyde olduğu gibi gelişi güzel atmalarını kınıyor köy mezarlığına ulaşıyoruz. Mezarlığın alt kısmındaki kalın çınar ağaçlarının kesilmiş kütüklerinden fışkırmış sürgünler epey kalabalık. Mezarlıktaki ağaçların gelir kapısı olarak görülmesinin sonucu olarak karşımıza çıkıyor bu durum. Üst kısmındaki sonradan dikilmiş fıstıkçamları biz buradayız der gibi karşılıyor. Ağaçların arasındaki mezar taşlarını koruyarak ilerliyoruz. Yolindi köyünün girişinde Sarnıçobaları’ndan biri olan Kazıklıoba’ya giden yolu bağlayan köprü başında bizi bekleyen aracımıza ulaşıyor ve düşe kalka geçen yürüyüşümüzü noktalıyoruz.


Konuk Yazarlar

Etkinlik Takvimi

İletişim Bilgileri

Biga Tanıtımı