Recep, Şaban, Ramazan derken Bayram da geldi geçti ömrümüzden. Şevval ayına geldik nihayet. Ay parçası anlamına gelen Şevval ismini kullanan 55 bin 191 kişi varmış Türkiye'de. Recep'i 190 bin, Şaban'ı 80 bin, Ramazan'ı ise 380 bin civarında kişi kullanıyormuş. Şevval, Nisan ayının içinde. Nisan ismini kullanan da 5 bin 507 kişi imiş. Bir ülkenin kullandığı isimlerin dini inançlarla sıkı sıkıya bağlı olduğu sonucunu çıkarıyoruz bu istatistikten. 14 Nisan Pazar günü, insanların birçoğu sıcacık yatağında mışıl mışıl uyurken farklı mesleklerden, farklı yaşlardan farklı yetenekli insanların aynı amaçla bir araya gelen BİGTAY kuşluk vakti Biga Belediyesi'nin önünde buluşmak üzere evden çıktık. Yolda bir çift dağ kırlangıcı elektrik tellerinin üstünden günaydın dediler. Biraz yürüdükten sonra bir sığırcık değişik sesler çıkararak beni uğurladı. Sabahçı kahvesinde Hasan abimiz çayını yudumlarken selam verip yürüyerek buluşma yerine ulaştım. Tüm arkadaşlara günaydın diyerek selamladım. Bugünkü rotamız Kapanbelen Köyü'nden Katrancı Köyüne uzanıyordu. Aracımıza bindik. Araç sürücüsü Sadullah'ın marş anahtarını çevirerek çalıştırdığı motorun homurtuları eşliğinde yola çıktık. Büyük tartışmalarla Cumhuriyetin 100. Yılı etkinlikleri kapsamında Belediye Meydanına konulan Sonsuzluk Anıtı'nın Belediye başkanının değişmesi ile ilk icraat olarak sökülen boş gövdesinin önünden geçerek kapalı Pazar yerini geride bıraktık. Bülbülovası, Eybekli, Ovacık kavşaklarını arkamızda bırakarak Kapanbelen kavşağından sağa döndük. Kapanbelen Köyü'nün ilk kurulduğu yerden sivrisinek, sıtma ve eşkıya baskınlarından kurtulmak için seçtikleri köy yerine ulaştık. Pomak Köyleri'nin genel özelliği olan sırtın üstünde idi Kapanbelen Köyü. Köy kahvesi bizim için açılmıştı sabahın erken saatinde. Aracımızdan indik. Kahvehanenin bahçesine daldık. Manzara müthiş. Sırtın üstündeki Kahvehanenin bahçesinden Biga'ya doğru vadiyi seyrediyoruz. Önümüzde Biga-Çan karayolu uzanıyor. Yoldan sola doğru Eybekli, Ovacık köyü yamaçta ve en solda Sarısıvat Köyü sırtın üzerinde baharın ortasında müthiş görüntüsü ile gözümüzü dolduruyordu. 50 haneden oluşan Kapanbelen Köyü'nün nüfusu 120 imiş. 1980 de nüfusu 270 iken her köyde olduğu gibi zamanla epeyce azalmış. Çayımızı yudumladıktan sonra köyün içerisinde biraz dolanayım diye çıktım. Kahvehanenin yanı başında minaresi ile Cami duruyor. Caminin arkasına dolanıyorum. Minarenin kapısı açık. İçeri dalıyorum. Daracık minare gövdesinde dönerek yukarı çıkan merdivenlerden temkinli bir şekilde basamak basamak çıkıyorum. Her basamaktan sonra artan toz toprağın arasında ürküyorum. Asıl amacı müezzin veya imamların ezan okumaları için yüksek bir platform sağlamak olan minarelere uzun zamandır teknolojinin gelişmesinden dolayı gerek kalmadığından sadece caminin bir simgesi haline gelmişlerdi. Güvercin vb kuşların yuva yapmaları için uygun olduğundan taşınan yuva malzemeleri ile adeta yukarı çıkılamaz hale gelmişti. Sap saman çer çöp ve toz toprakla dolmuş minare basamaklarından ilerlemek zor ve ürkütücü idi. Şerefeye varamadan vazgeçip geri döndüm. Minare kapısını kapatıp etrafı kolaçan ettikten sonra geri döndüm. Birkaç vatandaş meraklı gözlerle bize bakıyor. Köy Muhtarı ile karşılaşıyoruz. Traktörün üzerinde işine gitmek üzere hazırlanmış. Kendisine teşekkür edip ayrılıyorum. Bayan arkadaşlarımızdan bazıları bir evin avlusunda sohbete koyulmuşlar. Yanlarına gidiyorum. Köylü kadınlardan biri anlatıyor, sorulanlara cevap veriyor. Köyde geçimlerini hayvancılıktan sağladıklarını anlatıyor. Memnun olup olmadıklarını soruyorum. Aldığı yemden ödediği paralardan ürettiği sütten bahsediyor." Köyde başka yapacak işimiz yok. Memnun olmasam neden yapayım" diye cevap veriyor. İsmini soruyoruz. "Ben Muhtarın karısıyım." Diye cevap veriyor. Muhtarın üçüncü kez seçildiğini, köye birçok hizmet getirdiğini anlatıyor. Biga'da birçok muhtar değişirken eşinin yeniden seçilmesini hizmetlerine bağlıyor. Üretenlerin her zaman bir adım önde olduğunu vurgulayarak yürüyüşümüzü başlatmak üzere hazırlanıyoruz. Aşağı doğru yürümeye başlıyoruz. Eski yapılar dikkatimizi çekiyor. Bazılarında hayat belirtileri varken bazıları terk edilmiş vaziyette. Mor salkımlı bir bahçe görüyoruz sağ tarafımızda. Muhteşem kokusu bize kadar ulaşıyor morsalkımın. Hemen bahçe kapısına yöneliyor, içeride yaşayanın olup olmadığını bilmediğimizden izinsiz girmenin uygun olmayacağına karar veriyor uzaktan bir selfi yapıp geri dönüyorum. Yolun solunda eski mimarisi ile bir ev bizi karşılıyor. Mor salkım yerine bu kez asma fereği üzerinde güzelce budanmış, yeni minik yapraklar çıkarmış asma bizi karşılıyor. Sağa dönen viraja geldiğimizde köy muhtarı ve birkaç vatandaş bizi güleryüzle karşılıyor. Köyde üretilen sütlerin toplandığı soğutucu yanında sütleri teslim alan birilerini görüyoruz. Aşağıya doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Her evin yanında ya ıhlamur, ya dut ağacı ya da meşe ağacı var. Yolun sağ tarafından koyun sürüsünü götüren biri çıkıyor yola. Sol tarafımızda eski mimarisi ile evler sıralanıyor. Sağ tarafımızda köy mezarlığı. Kalın meşe ağaçlarının gölgesinde eski ve yeni mezarlar… Mezarlık bakımlı. Beğendiğimizi ima ederken bazı arkadaşlarımızın mezarlıktan hoşlanmadıkları kanısına varıyoruz. Mezarlığın altındaki orman yolundan devam edeceğiz yürüyüşe. Sola dönen viraja gelmeden sağ taraftaki manzaraya bayılıyoruz. Meydanlıkta otlayan koyunların yanında bir vatandaş kendi imal ettiği kavala benzeyen enstrümandan müthiş sesler çıkartıyor. Kimimiz selfi yapıyor, kimimiz video çekiyor, kimimiz de fotoğraf çektiriyor adını İsmail olduğunu öğrendiğimiz yerel sanatçı ile. Mezarlık altındaki yoldan devam ediyoruz. Bir süre yürüdükten sonra her köyde alıştığımız çöplüğün fazla uzakta olmadığını görüyoruz. Çevre ile ilgili kurumların, yerel yönetimlerin bu konuda kalıcı tedbirler alması gerektiğini, ormanların çöplük olmadığının artık farkına varılmasının zamanının gelip geçtiğini tartışıyoruz. Genç meşe ağaçları artık yeni açık yeşil elbiselerinin altına dalıyor yeni çiçek açmış mor çiçekli kekiklerin ortalığa saçtığı mis gibi kokularını içimize çekerek baharın içine gömülüyoruz. Bir çeşme bizi karşılıyor. Suyunun tadına bakıyor, suyun etkisi ile ışığa doğru uzanan çınarları görmezden gelemiyoruz. Yol boyunca genç meşe ağaçlarının arasında çiçekli halleri ile erguvanlar biz buradayız der gibi gözümüze takılıyor. Yol kenarlarında şevlerde beyaz renkli yer mineleri bize gülümsüyor. Meşelerin arasında ıhlamur, çiçekli dişbudak incir gibi türler gözden kaçmıyor. Yol üzerinde bir kaplumbağa toprak içerisinde bir çukurdan başını çıkarmış ürkek bakışlarla etrafı kolaçan ederken bizden ürkerek başını kabuğunun içine çekiyor. Yanına yaklaşıp bir süre bekleyince yavaşça kabuğundan başını çıkarıp bize bakıyor. Bir yola giriyoruz çizdiğimiz rotadan şaşmamak için. Uzun yıllar kullanılmadığı her halinden belli olan yolun yüzeyini halk arasında pamuk otu denilen ladenlerle kaplı. Ladenlerden biraz zor ilerleyebiliyoruz. Bir süre sonra yol iyice dikleşiyor. Hemen aşağımızda bulunan dere yoluna ulaşmak için meşelerin arasına dalıyoruz. Ağaç fundalarını aralayarak inişe geçiyoruz. Biraz dik olsa da katlanıyoruz ve dikkatle adımlarımızı atıyoruz. Sonunda yolun üzerine geliyoruz ama şev biraz dik. Uygun bir yer bulup asfalt yolun kenarında pespembe hali ile iki erguvan ağacı bizi karşılıyor. Görenleri kendisine hayran bırakan erguvanın altında diğer arkadaşlarımızın yola inmesini bekliyoruz. Yolun başında bir çeşme var. Biraz ileride Katrancı Köyü mezarlığı görünüyor. Çeşme başında mola vermek üzere civara yayılıyoruz. Çeşmenin çevresi boş şarap şişeleri, çer çöple dolu. İnsanoğlunun mola verdiği her yeri çöplüğe çevirmesin güzel bir örneği. Çeşme yalağında gezinen bir semender coğrafya öğretmeni Ferdi arkadaşımızın gözünden kaçmıyor. İyice dinlenip yanımızda getirdiğimiz yiyintileri yiyip içtikten sonra kalkıyoruz. Bazı arkadaşlarımız Kapanbelen Köyünden Katrancı köyüne gelen ancak mezarlık yanında mola veren aracımızı görünce seviniyor, bizden ayrılıp araçla köye gitmeyi yeğliyor. Biga, Çan, Yenice Katı Atık Bertaraf Tesisi'ne (BİÇAY) giden asfalt yoldan yürüyüşümüze devam ediyoruz. Yol solda bulunan dereyi takip ediyor. Yol boyunca BİÇAY hakkında bilgi veriyoruz. Yaklaşık 402 dekar ormanlık alan üzerinde kurulu olan Biga Çan ve Yenice ilçelerinin çöplerinin sağlıklı yöntemlerle yönetildiği ve bertarafını gerçekleştirecek çevrenin ve halk sağlığının korunduğu tesisin günde 200 metreküp çöp sızıntı suyunun arıtılabilecek kapasitede iken hala köylerdeki çöplerin Yeniçiftlik merası başta olmak üzere ormana atılmasına anlam vermek mümkün olmadığını anlatıyoruz. Artık böyle bir tesis varken Biga, Çan, Yenice İlçelerindeki yerel yöneticilerin daha hassas davranıp çöplerin ormanlara atılmaması için gerekli tedbirleri almasının önemini tartışıyoruz. Dere içindeki çınar fındık gibi ağaçların yanısıra bembeyaz çiçek açmış geyikdikenleri gözümüzün içine giriyor nerede ise. Tesise ulaşmadan dereye iniyor, karşımıza çıkan orman yoluna dalıyoruz. Dere içerisinde yabani fındık kümeleri bizi karşılıyor. Buradan itibaren yol biraz dikleşiyor fakat mecburen bu yollardan geçip Katrancı Köyüne ulaşacağız. Genç meşe ağaçlarının arasından ilerlerken birden karşımıza çok yaşlı olduğu her halinden belli olan bir ıhlamur ağacı karşılıyor bizi. Koca ıhlamur ağacı sanki bize ormanın geçmişi hakkında bilgi verebilecek gibi duruyor. Ihlamur ağacı buralardaki meşe ormanlarının uzun yıllar baltalık olarak işletildiğinden yağlı meşelerin kalmadığından bahsediyor. Kendisinin de Ihlamur olmayıp meşe veya başka bir ağaç olsa idi çoktaaan kesilmiş olacağını anlatıyor. Her yıl açan çiçeklerinin dallarının kesilerek hunharca toplandığını, çiçeklerinin biraz daha itina ile toplanmasının sağlanmasının en büyük arzusu olduğunu fısıldıyor bize. Yaşlı ıhlamur ağacını genç meşelerle birlikte geride bırakıyor yolumuza devam ediyoruz. Bir süre sonra yol çatallaşıyor. Soldan devam ediyoruz. Ladenlerle kaplı yolu tırmanıp geçiyoruz. Yol biraz düzleşiyor ancak hep aşağıya doğru ilerliyor. Bir süre sonra çiçekli dişbudakların da arttığı alanlardan geçiyoruz. Yol birden sona eriyor. Ağaçların alt tabakasında sandal kocayemiş ağaç fundası gibi çalılar sıklaşıyor. Çevreyi kolaçan ediyoruz fakat geçmemiz imkansız. Geri dönüyoruz. Yolun çatallaştığı yerde ortadakinden devam etmemiz gerektiğine karar verip tırmanıyoruz. Sırt yoluna çıkana kadar baya yoruluyoruz. Sırtın üzeri uzun zamandır kullanılmayan, seyrek meşe ağaçları, pamuk otları, ağaç fundası vb çalılarla kaplanmış tarlalar. Belli belirsiz sırt yolunu takip ediyoruz. Biraz sonra buğday ekili bir tarlaya geliyoruz. Buğdaylar uzun zamandır yağmurların yağmamasının etkisi ile kısacık kalmış, hatta başak çıkarmaya bile başlamış. Eğer gerekli yağmurları almazsa bu yıl rekortenin baya düşük olacağını konuşuyoruz aramızda. Buğdayları çiğnememek için tarla kenarından meşelerin arasından geçiyoruz. Ancak bir süre sonra dere içerisinde ağaç ve çalıların sıklığını görüp buğday tarlasının kenarından yürümeye devam ediyoruz. Birden önümüze bataklık çıkıyor. Suyun etkisi ile sarı renkli düğün çiçekleri ortalığı kaplamış. Kocaman bir çukur açılmış suyla dolu. Köye inen yola ulaşıyoruz nihayet. Yoldan devam ediyoruz yürüyüşümüze. Yol boyunca tek tük de olsa özellikle beyaz ladenlerin çiçek açtığına şahit oluyoruz. Aşağıda minare görünüyor. Elektrik iletim hatları köye ulaşıyor üstümüzden. Yolu bırakıp bir patikaya dalıyoruz köye doğru. Ayva çiçekleri açmış ağaçlar bembeyaz. "Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek" şarkısını hatırlatıyor bize ayva çiçekleri. Birden köpek havlamaları karşılıyor bizi. Biraz daha yaklaşınca ilk avluda bağlı köpeklerin evi koruma içgüdüsü ile bize havlamaları artıyor. Bir süre sonra bizden zarar gelmeyeceğini anlayıp susuyorlar. Eski mimari evlerin arasından geçerek köyün camisinin bulunduğu alana ulaşıyoruz. Karşımızdan duvarda bir mor salkım bizi karşılıyor. Yanına geldiğimizde müthiş bir çiçek kokusu başımızı döndürüyor. Mor salkımın çiçeklerinin arasına girerek anı ölümsüzleştiriyoruz. Kahvehaneye dalıyoruz. Kahvehanede 3-5 kişi var. Köylü vatandaşların bulunduğu masayı tercih ediyorum. Birkaç muhabbetten sonra bazıları bizi sosyal medyadan takip ettiklerini söylüyorlar. Mavi gözlü yılların yorgunluğu üzerinde olduğunu anladığımız amcaya ismini soruyoruz. Rasim. Biga'nın birçok köyünde son yerel seçimlerde değişen muhtarın bu köyde de değişip değişmediğini soruyoruz. Köylüler latife ile değiştiğini Şaban'dan sonra Ramazan'ın geldiğini söylüyorlar. Katrancı köyünün adının katrancılıkla ilgisi olmadığını, muhacir köyü olduğunu öğreniyoruz. Nüfusu 1980'li yıllarda 250 iken bugün 100 bile değilmiş. Köyden göç ile birlikte yaşlı nüfustan başka kimse kalmamış. Bahçenin ortasında yalnız bir vatandaş oturuyor. Kıbrıs gazisi olduğunu söylüyorlar. Adının Rıza olduğunu öğreniyorum. Çaylarımızı sıcak sohbet eşliğinde yudumladıktan sonra aracımıza binip yola çıkıyoruz. Köy mezarlığını geçince yolun sağında aracı durdurup dereye doğru ilerliyoruz Bir çınar çıkıyor karşımıza. İki kökü halinde çıkan çınarın 2-2,5 metre yüksekten birbirine bağlanmış hali ile bir tabiat harikası. Kimimizi iki ağacın bağlantı yerine çıkıyor kimimiz altından geçiyor fotoğraflamak için çırpınıp duruyoruz. Ağacın ötesini berisini inceliyor, değişik pozisyonlarda fotoğrafladıktan sonra ağacın içinden çıkarmış gibi video alıp aracımıza geri dönüyoruz. Çınarkapı olarak adlandırdığımız yol kenarında bulunan bu tabiat harikası ağacın korunması gerektiği kanaatına varıyoruz. Aracımıza neşe içerisinde binip bir Pazar yürüyüşümüzü de burada noktalıyoruz.