19 Ekim Pazar. Hava kapalı ve sisli. Yağmur beklentimiz var. Muhtarlar Günü sabahı rotamız Dikmen'den Geredelli köyüne… BİGTAY Grubu üyelerinden hafta içinde şehrin sıkıcı havasından bunalmış, hafta sonunu iple çeken, sağlığını koruma amacında olanlar sabahın köründe kalktık. Kimimiz kahvaltısını yaparak düştü yollara. Kimimiz de yol üzerinde bulunan simit fırınlarından aldığı poğaça simit vb. yiyecekleri sırt çantasına koyarak çıktı yola. Biga Belediyesi otobüs durağında buluştuk, selamlaştık. Önceden sanal alemde hazırlandı pazar yürüyüşüne katılacak olanlar. Organizeyi yapan Ömer Başkandı. Cuma sabahtan Whatsapp Etkinlik'ten yayınladığı formu doldurmak şart. Gidiyorum. Gidemiyorum. Sonra da formun devamında bulunan adı soyadı, kimlik numarası, telefon numarası, yaşı bölümlerini doldurduktan sonra en önemlisi şartları kabul ettiğine dair kutuyu tıklayacak. 45 kişi formu doldurmuş bu hafta. Ama yarısı gidemiyor değişik nedenlerle. 23 kişi gidiyorum demiş bu hafta yapılacak etkinliğe. Kısa bir sohbetten sonra Sadullah Kaptanın aracına biniyoruz. Motorun homurtuları eşliğinde alaca karanlıkta düşüyoruz yollara. Kocabaş köprüsünden geçip Ada Mahallesine doğru ilerliyoruz. Yolda binecek arkadaşlar var. Çanakkale Bandırma yoluna çıkıyoruz, Biga Otobüs Terminalinden U dönüşü yapıp bir zamanlar Bigalı suçluların cezasını çektiği eski hapishane yeni İtfaiye binasının kenarından Havdan yoluna dönüyoruz. BİÇAY Biga Çan Yenice Katı Atık Bertaraf ve Düzenli Depolama tesisine götürülmesi gereken çöplerin, molozların, inşaat atıklarının hala eski çöplüğe döküldüğünü görmenin üzüntüsü içinde yolumuza devam ediyoruz. Özel İdare ve İÇDAŞ taş ocaklarının doğaya verdiği kötü görüntünün arasından geçiyor, yol boyunca şarampole uzatılmış bir grup mavi boruları görünce şaşırıyoruz. Boruları takip edince Havdan girişinde sağda ve solda artezyen olduğunu düşündüğümüz kuyulara giriyordu boruların ucu. Biga'nın su ihtiyacını karşılamak için açılmış artezyenlerden çıkan suyu Balıkkayası'ndaki su depolarına ulaştırıyordu. Havdan köyünden Sarısıvat Köyü'ne tırmandık. Köyü hızla geçerek Dikmen yolunu tuttuk. Yol kenarına dizilmiş orman bakımlarından çıkan odun sterleri bizi karşılıyor. 468 metre yüksekliğindeki Dikmen Korusu Tepeyi solda bırakarak köye dönüyoruz. Köye girmeden Dikmenlilerin son durağı karşılıyor bizi. Birçok köyün mezarlığında çam veya servi ağaçları olmasına rağmen Dikmen Köyü'nün mezarlığı meşe ağaçları ile kaplı. Sadece mezarlığın girişinde birkaç sahil çamı var. Sırt üzerinde kurulmuş olan Dikmen Köyünün denizden yüksekliği 380 metre civarında. Tepe düzlüğü üzerine kurulmuş olan köyün yerleşim şeklini sırtlar ortaya koymuş. Yukarıdan bakınca çarpı işareti gibi görünüyor. Dikmen idari olarak Biga'nın Köyü olmasına rağmen ormanların idaresi Biga ve Çan Orman İşletme müdürlüğüne aittir. Doğudan batıya uzana sırt Biga Orman İşletme Müdürlüğü ile Çan Orman İşletme Müdürlüğü sınırını belirliyor. Yani Köye doğru durduğumuzda sağ taraf Biga sol taraf ise Çan ormanları. Sınırı coğrafi olarak belirleniyor. Genç meşe ormanları yoğunluktadır. Jeolojik yapısı köy civarı kumtaşı ana kayasından oluşuyor. Toprak genelde kırmızı. Taşlar ve toprak evlerin yapısını da etkilemiş. Eski evler genelde tabakalar halinde uzanan kumtaşlarından elde edilen düzgün köşeli taşlardan ve kırmızı kilden yapılmış çamur kullanılarak yapılmış. Tepe üstü ve yüksekçe olduğundan kışların çok soğuk geçtiği pencerelerden belli. Evlerde genelde küçük ve tek pencere var. Köyün ortasında şebeke suyundan yangınlarda su alınabilecek ve hortum bağlanabilecek vanalar var. Köyün ortasında kocaman bir akçaağacın altında çocuk parkı mevcut. Dikmen deyince benim ilk aklıma gelen Ankara olur nedense. Ankara'nın Dikmeni filmini de unutmamak lazım. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında yaşadıkları ortamdaki baskılara dayanamayarak, 1877 yılında Bulgaristan'ın Kırcaali çevresi Borva yerleşim biriminden gelen, 30 hane göçmen tarafından kurulduğu bilgisine ulaşıyoruz. Önceleri Kırcaali çevresinden geldiklerinden, bu göçmenler Kırcaalili anlamında, Kırcalı olarak adlandırılmış, köyün kuruluş yeri ormanlık ve çok dik olduğundan, ayrıca daha önce de bu tepeye Dikmen Tepesi denildiğinden köye de DİKMEN adı verilmiş diyorlar. Ama köyün tepe kısmı genelde çıplak. Köyün kahvesinde sabah kahvaltısı ve çayını yudumladıktan sonra hazırlanıp yola düşüyoruz. Dikmen Köyünün nüfusu 2024 de 110. 2007 de 234'müş. Tüm köylerde olduğu gibi Nüfus yarı yarıya azalmış. Kahvede birkaç köylü var. Biz orada iken bir süt tankeri yanaşıyor kahvenin önüne. Bir ton civarında süt üretiliyormuş günlük. Yaşlı insanlar kalsa da köyde üretmeye devam ediyorlar yapabildikleri kadar. Sislerin arasında belli belirsiz köy kahvesini geride bırakıp belirlediğimiz rotaya doğru yürüyoruz. Geçtiğimiz yol boyunca hayvanları ile uğraşan tek tük kadınlar görüyoruz. Yol boyunca sağlı sollu böğürtlenlerin son meyvelerinden tadıyoruz. Değişik ağaç ve çalı türlerinin yapraklarının değişik rengi sonbaharın geçtiğini kışın yaklaştığını söylüyor adeta. Böğürtlenlerle yaban asmalarının birbirine girdiği yol kenarı rengarenk olmuş. Birkaç köpek de bize refakat ediyor doğa yürüyüşümüzde. Meşelerin arasına dalıyoruz. Ağaçların yapraklarının bir kısmı renk değiştirerek dökülmüş. Dökülen yapraklardan ağaca bakmadan türünü tespit etmek mümkün. Her ağacın yaprağı adeta ağacın kimlik kartı. Meşe, üvez, çınar … etrafta ne varsa yerde onun yaprağı. Yol boyunca çeşmelere rastlıyoruz. Kimi susuz kimi uzun yaz kuraklığından sonra hala akması sevindiriyor bizi. Yolumuz üzerinde ağaçları kesilmiş bir tarlaya rastlıyoruz. Tarla içerisindeki ağaçların gerekli izinler alınarak kesilebildiğini anlatıyoruz yoldaşlara. Hafif hafif yağış başlıyor. Yürüdüğümüz yol yağışın etkisi ile çamurlaşıyor. Çamura basmamak için ana yola paralel orman içi patikaları takip ediyoruz. Ağaçların mevsimin etkisi ile düşen yaprakları yolu kapattığından yürüyüşümüz bir başka zevk veriyor. Ormanların içinde çıkıyor Tekke mevkiine tarlaların arasına giriyoruz. Yağış hızlanıyor. Yol kenarlarında ara ara böğürtlenler, çakal erikleri, kocayemişlerden tadıyoruz. Tarlaların büyük bir çoğunluğunda ekildiği için anız var. Köyde oturan kişiler yaşına bakmadan gücü yettiği kadar üretime devam ediyor. Tarla aralarından bir süre yürüdükten sonra karşımıza beyaz renkli bir yapı çıkıyor. Suyu akan bir çeşme üzerinde kapalı bir alan, piknik masaları, yapının arkasında kocaman ağaçlar havayı değiştiriyor. Yağan yağmur altında kapalı alana doğru koşturuyoruz. Sırt çantalarımızda getirdiğimiz çay, meyve vb çıkarıp yağmura karşı atıştırdık. Tekke çeşmenin arkasında mini bir mezarlık var. Mezarlıktaki mezarların taşları Osmanlıya benziyor. Ama defineciler delik deşik etmiş etrafı. Mezar taşları kırılmış, bazı yerlerde kocaman ve derin çukurlar oluşturulmuş. Umut tacirlerinin talanına uğramış. Çok yaşlı olduğu görüntüsünden belli çitlembik ağacı bekliyor mezarları. Kocaman bir incir ağacı da garip gövdesi ile dimdik. Ayakta. Çitlembik (Celtis australis), Davum, Dağdağan, Çıtlık… adları ile bilinen ağaç Biga'da çok az. Biga'nın Çavuş Köy'de Arap Dede mezarı başında vardı baya yaşlı. Etrafta gençleri de mevcut. Fen lisesinin önünden geçen yolun dere tarafında sıralı çitlenbikler var. Arap Dede mezarının başındaki doğanın tanığı çitlembik ağacını Kocabaşın ıslahında çok bilmişler kuruttu maalesef. Dereden çıkan toprakla epeyce doldurulan ağaç kuruyup gitti maalesef. Kuş yemi ağacı, nazar ağacı olarak da bilinir bazı yörelerde çitlembik. İnce inde dalından küçük küçük kesilir bir ipe veya tele dizilir. Hayvanların boynuna, çocukların beşiklerine asılır. Nazarı karşılarmış rivayetlere göre. Tekkenin etrafında iki adet yaşı ceviz ağacı da bir incirle yan yana. Rivayetler Tekkede Osmanlı İmparatorluğu zamanında eğitim yapıldığı, yakınında bulunan silkinti suyun şifalı olduğu, egzama, siğil vb deri ve cilt hastalıklarına iyi geldiği yönünde. Efsaneye göre, yörede 3-5 asır önce bir şeyh yaşamış. Bu Şeyh kan ter içinde kaldığı bir gün çok susamış, ama su bulamamış. Yüzünü gözünü peşkiri ile silmiş ve peşkirinin suyunu sıkmış. Yere düşen her bir ter damlası, bir su kaynağı olmuş. O günden bugüne bitmeyen eksilmeyen bu su kaynağı çevreye şifa vermiş. Bir başka kaynağa göre Kurt Baba Dergahı imiş burası. Önemli bir alevi Bektaşi inanç merkezi imiş. 1826 sonrası diğer dergâh ve tekkeler gibi Osmanlı Merkezi yönetim tarafından kapatılıp Nakşibendi Tarikatına devredildiği bilgisine ulaştık. Yağmur baya şiddetlendi biz Tekkenin başındaki çeşmenin üstünde bulunan kapalı alanda molaya devam ederken. Bir süre oturduktan sonra yağan yağmura rağmen yürüyüşe devam dedik. Anızların arasında hasat sırasında dökülmüş tohumların çimleri arasında yola düştük tekrar. Dikmenden Geredelli'ye giden yola çıktık kestirmeden. Yol kenarında Geyik dikeni, yemişen adı ile bildiğimiz dikenli çalının kırmızı meyveleri karşılıyor bizi. Alıç türlerinden olan yemişen küçücük kırmızı meyvesinden toplayıp tadına bakıyoruz. Mayhoş bir tadı var. Yemişen meyvesinin Romalılar için taşıdığı anlam ise; neşe ve mutlulukmuş. Romalıların batıl inanışlarında yeni doğan bebeklerini kötü ruhlardan ve kötülüklerden korumak için bebeğin olduğu yere yemişen ağacının yaprakları getirilirmiş. Yol boyunca kırmızının değişik tonlarında yemişenlerin tadına baka baka ilerledik. Yolda yağan yağmurun altında bir sessizlik molasından sonra yürüyüşümüz devam etti. Geredelli köyü sınırlarına Tavşantepe mevkiinde ilerliyoruz. Yolumuz üzerinde bir meydanlığa geliyoruz. Bir yapı dikkatimizden kaçmıyor. Yanına geliyoruz. Bir çeşme. Musluğu çeviriyoruz. Ama suyu yok maalesef. Biraz aşağıda Kumtaşlarından yapılmış kapakla kapalı bir kuyu var. Merakla içine bakıyoruz. Su emaresi göremiyoruz. Bir taş arıyoruz. Bir ağaç dalı parçasını kuyuya atıyoruz. Su sesi duyamıyoruz. Yıllara meydan okumuş kuyuyu kuraklık vurmuş anlaşılan. Kısa bir moladan sonra köye doğru ilerliyoruz. Bundan sonra her yol köye çıkıyor. Dosdoğru ilerliyoruz. Köyün girişinde yatay tabakalı kumtaşlarından oluşan zemini kazmaya çalışan vatandaşlarla karşılaşıyoruz. Adamlar hayretle bizi karşılıyor. Selamlaşıyoruz. Hemen Tekke ile ilgili hikayelerini heyecanla anlatmaya başlıyorlar. Uzun yıllardır oralara gitmediklerinden bahsediyorlar. Köye girişte bizi bir çeşme ve çitlembik ağaçları karşılıyor. Çeşme 1960larda yapılmış. Artık suları akmıyor. Musluğa da bit kör tapa vurulmuş. Bir sokağa giriyoruz. Yörenin taşlarına uygun duvarlı evler bizi karşılıyor. Bir çeşme çıkıyor karşımıza. Suyu var bu çeşmenin. Arkadaşlarımız çeşmenin yalağına diziliyor. Yağan yağmurun etkisi ile çamurlaşan ayakkabılarımıza bulaşan toprağı temizleme derdinde. Köyde kimsecikler yok sokakta. Caminin karşısında çok yaşlı olduğu her halinden belli olan çatal kızılçam ağacı bizi karşılıyor. Biraz ileride üç katlı garip şekilli bir bina. Köy muhtarlığı yazıyor Ön tarafına geçiyoruz. Çok amaçlı köy konağı yazısı ile anlıyoruz bir köye çok gelecek binanın amacını. Köyün girişinde gördüğümüz kesme taş çeşmeden burada da var. Biga'da birkaç köyde gördüğümüz bu çeşmelerin 1960 lı yıllarda bir proje ile yapıldığını düşünüyoruz. Hürriyet Çeşmesi yazıyor kabartma bir şekilde. Geredelli köyünün nüfusu geçmişte 200 civarında iken şu an 73 imiş. Köy 1445 yılında Türk Oğuz boylarından yörükler tarafından kurulmuş. Eski yıllarda köyün adının ne olduğu hakkında bilgi yok. Ama 1928 yılından beri Geredelli imiş. Köy meydanında yola hazırlanırken bir vatandaş yaklaştı yanımıza. O köyde emekli bir öğretmenmiş. Biraz sohbetten sonra köyde açık bir kahvehane vb olmadığı için her zaman kalabalık olan ve çayı bulunan Dereköy'e giderek biraz moladan sonra Biga'nın yolunu tuttuk.