10 Kasım 2024 "Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir" diyen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün 86. Yıldönümü. 86 yıl önce bugün Mustafa Kemal Atatürk tüm dünyaya kafa tutup ülkemizi düşman işgalinden kurtarmayı başarmasına rağmen yakalandığı amansız hastalığa yenik düşmüştür. Ancak arkasında büyük bir millet büyük bir devlet bırakmıştır. Bütün çağların adamı Mustafa Kemal Atatürk'ü anma haftası. 11 Kasım pazartesi. 2019'dan beri Milli Ağaçlandırma günü. 100 yıl önce ülkemizi saran düşmanların yerini kuraklık, iklim değişikliği aldı bütün dünyada. Bir damla suyun ne kadar önemli olduğunu anlatmaya gerek yok aklı olana. Kuraklığın çözümü ağaçlandırma. Ormanlara sahip çıkma. Farklı yaş gruplarından farklı mesleklerden aynı amaçla bir araya gelen insanlardan oluşan BİGTAY rotamızı ATAYA SAYGI YÜRÜYÜŞÜ için Çataltepe'ye çevirdik. Çataltepe'den Arabakonağı köyüne yürüyeceğiz. Biga Orman İşletme Müdürlüğü'nün sınırları Çataltepe Köyünün ortasından geçiyor. Sırtın üzerinde olan Çataltepe'nin güneyi Biga Orman işletme Müdürlüğü. Kuzeyi ise Çanakkale Orman İşletme Müdürlüğü. Pazar sabahı güneşin doğuşundan hemen sonra evden çıktık. Alacakaranlık. Gökyüzü suratını karartmış. Güneşin ışığı hiz sızmıyor. Rüzgar son yaprakları dökmek için sallıyor ağaçları. En kötü havaya göre hazırladığımız sırt çantamızı alıp geçen yılın başında su geçirmez diye bolca para verip aldığım SALOMON marka botlarımı her seferinde olduğu gibi yine su içerisinde kalacak korkusu ile ayaklarıma geçiriyorum. 52 yaşında anca öğrendiğim günden beri üstünden inmediğim BİANCHI 3000 marka bisikletime atlayıp hızla boş sokaklardan toplanma yerimiz Biga Belediyesi önündeki durağa adeta uçuyorum. Okulların tatil olması nedeni ile torunlarına kavuşmanın verdiği heyecan ile gelemeyen, havaların değişkenliğinden rahatsız olduğu için gelemeyen arkadaşlarımızı arıyor gözlerimiz. Gruba yeni dahil olmuş simalar gözümüzden kaçmıyor. Hepsiyle selamlaşıp aracımıza doluşuyoruz. Biga Çayı diğer isimleri ile Kocabaş Çayı, Granikos Çayı, Barenos çayı olarak bilinen Bigayı ikiye bölen çayının Kocabaş Köprüsünü solda bırakarak 1966 yılında Kocabaş çayının mevsimsel yükselip alçalmalarından etkilenmemek için yükseltilen set üzerindeki yoldan Bursa Çanakkale yolundaki Arap dede Köprüsüne kadar devam ediyoruz. Köprünün altında Çavuşköy sınırlarına girip asfalta çıkıyoruz. Çanakkale yönüne hızla ilerliyoruz. Atlıçay üzerindeki Aziziye köyü yakınlarındaki köprüyü geçiyoruz. Köprüyü geçer geçmez solda kalan 30 yıldır çürümeye bırakılan ne olduğu bir türlü çözülemeyen kaba inşaat yapıları geride bırakarak Doğancı köyüne selam veriyoruz. Üniversite Köyü Ağaköyü ve karşısındaki Bubatepe eteklerinde bulunan Ramazan Aydın Yerleşkesini geride bırakıp Göktepe'yi geçiyoruz. Bir zamanların Belde statüsünü kaybeden Balıklıçeşme köyünden bir arkadaşımızı alıp Biga Sanayisinin Lokomotifi Organize Sanayi Bölgesini sağda bırakıyoruz. Çınardere Köyünü solda Biga'nın son köyü Çelikgürü'nü sağda bırakıp Lapseki'nin ilk köyü Dişbudak Köyü kavşağından sola dönüyoruz. Adı Dişbudak olan köyün cami bahçesinde bulunan bir adet dişbudak ağacının yanından köyün içinden geçip Beypınar Köyünün sağlayıp rampayı tırmanarak Çataltepe Köyüne ulaşıyoruz. Sırt düzlüğüne kurulmuş olan Çataltepe Pomakların Boşnak halkı ile yaşadığı bir köy. Çataltepe, 1873 yılında Ortaköy, Übrüören köyünden gelen Bulgarlar tarafından kurulduğunu öğreniyoruz. 1914 yılında Bulgarların Bulgaristan'a göç etmesi sebebiyle Savtışte köyünden gelen Pomaklar ile Kolaşin ve Taşlıca’dan Boşnaklar yerleşirler köye. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kayıtlarında Künklüsu olan köyün adı sonradan Çataltepe olarak değiştirilmiş. Köy kahvesi sabahın erken saatleri olmasına rağmen açık. Birkaç köylü oturuyor masalarda. Kahvenin içine dalıyoruz. Sobanın sıcaklığı karşılıyor bizi. Ocakta bulunan Muhtar çayları dolduruyor bardaklara. Arkadaşlarımız da yardımcı oluyor çayları dağıtmaya. Etrafı kolaçan ediyorum kahvenin arkasındaki Caminin yanından dolanarak. Eski evler dikkatimi çekiyor. Her köyde olduğu gibi buradaki bazı vatandaşları ya ölünce ya da başka yerlerde hayatlarını devam ettirmek zorunda kalınca boşalmış evler. Yörenin taşlarından yapılmış duvarlarda küçücük pencereler çok sevimli duruyor. Eskiden ısınmak zordur diye düşünüyorum. Kalın taş duvarlar, küçük pencerelerin üzerinde oluklu kiremitler çatıyı örtmüş. Sonradan yapıldığı anlaşılan kırmızı tuğla ve briket eklemeler dikkatlerden kaçmıyor. Avluya açılan kapıların üstünde tokat denilen girişler içindeki insanlar terkedince çatısı ile birlikte çökmüş. Yeni yapılar ise biraz daha bakımlı. Köy meydanında gövdesinin yarısı çürümüş kalın bir armut ağacı herkese hoş geldin diyor sanki. Bu haline rağmen meyve verip vermediğini anlamak için önümüzdeki yazı beklemek gerekiyor. Köy Muhtarının demlediği çayları sırtçantalarımızda getirdiğimiz kek kurabiye vb kahvaltılıklarla keyifle yudumladık. Bir masada oturan orta yaşlı kişilere ve gençlere soruyorum. Bu civarlarda kurulduğu düşünülen antik Kolonai kentinden haberdarlar. Çay paralarını ödemek için gittiğimiz ocak başında "biz misafirlerden para almayız, afiyet olsun" cevabına karşılık teşekkür etmekten başka söz kalmadı. Köy kahvesinin önünde bir fotoğrafla ölümsüzleştirdikten sonra aracımıza bindik. Çataltepe'den bir km mesafede bulunan su deposuna ulaşmak için Meşe Tepe'yi solundan dolanıyoruz. Araçtan iniyoruz. Manzara çok güzel. Sol tarafımızda aşağıda Nusretiye Göleti, Sağa doğru sırt üzerinde Çataltepe, daha uzaklarda Bekirli Termik Santralının kırmızı beyaz bacası, Parion ve Priaposu seyrediyor yürüyüş hazırlıklarını tamamlıyoruz. Atamıza saygı duruşundan sonra yürüyüşümüzü başlatıyoruz Su deposunun karşısındaki su yolunu takip ederek Körkuyu mevkiinden yürüyoruz. Meşe, Ahlat vb seyrek ağaçlar, kurumuş yoğun bir otsu bitki örtüsü. Bir süre Körkuyu yamaçlarında yürüdükten sonra Bağlar deresine iniyoruz. Dereyi geçer geçmez yoğun bir meşe örtüsü bizi karşılıyor. Biraz ilerleyince Akçaağaç, Meşe, Dişbudak, Kayın vb ağaçlardan oluşan yoğun bir örtünün içinde fındık, yaban eriği vb ağacıklara da rastlıyoruz. Çataltepe köyüne tahsisi yapılan su kaynaklarına kadar temiz olan yolun yerini uzun yıllar kullanılmadığı anlaşılan üzeri ağaç ve çalılarla kaplanmış üretim yollunu takip ediyoruz. Biraz tırmanarak devam eden yolun zaman zaman düzlüğe kavuşması bizi sevindiriyor tabi. Karatepe'nin kuzeyinden güneyine doğru etrafını dolanıyoruz. Karatepe'nin Kale Tepe ile oluşturduğu boyun noktasından inişe geçen yol bizi Künklüçeşme'ye götürüyor. İnsanlar boş durmamış. Künklüçeşme'nin etrafını kazıp düzeltmişler. Çeşmenin üstündeki kalın gürgen ağaçlarından birinin dalında güzel bir salıncak vardı. Salıncağın yerini kısa bir ipten kurulmuş salıncak almış. Salıncak sallanmak için kısa. Hevesimiz kursağımızda kaldı tabi. Çeşmenin üstünde ağaçların altına yerleştik. Büyük molamızı verdik. Yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri hep beraber yiyip termoslarda getirdiğimiz çayları yudumladık. Künkçeşme'nin suyu anlatılan efsaneye göre, Parion antik kentinin su ihtiyacı karşılamak için Kemerler yardımı ile su Parion’a kadar ulaştırılır. Parion’luların prensesi Çataltepe’ye vermemesinden dolayı, kemerden akan suların yukarı doğru akarak, Çataltepe’ye geri döndüğü söylenmektedir. Arkamızdaki Kaletepe üzerinde bir rivayete Kolonai kenti varmış. Ancak bir rivayete göre de Kolonai kentinin Çataltepe'de olduğu, Kaletepe'de ise gözetleme karakolunun bulunduğu yönündedir. Künklüsu çeşmesinden ayrılıyoruz. Biraz ileride yolun üstünde sanki Kolonai antik kentinde yaşayanların tanığını andıran kalın gövdeli bir gürgen ağacı var. Tepesi kırılmış olan ağaç tarihin tanığı. Sağ tarafımızda kalan Kalatepe 550 metre yüksekliğinde. Kale kalıntıları varmış. Ancak toprakla kapanmış. Bir duvarı kazan arkeologlar duvarın 9 metreden fazla olduğunu ölçmüşler. Kale tepeye uğramadan yamacındaki yoldan Gürgen Tepe Çataltepe boynuna çıktık. Yol kenarında odun sterleri yığılı. Biraz ileride bir kadın görüyoruz. Kadın yabancıya benziyor. Kaldığı köyünü hatırlayamadı. Ateş yakmış. Uyardık. Tedbir almasını öğütledik. O tedbiri elden bırakmadığını söylese de ateşin durumuna bakıp inanmadık. Uyarımızı yenileyip yolumuza devam ettik. Yol boyu hep odun dolu. Sterlerde kalın kestaneler mevcut. Odunları kesip istifleyen çalışanlara rastladık. Yapılan odunların standartlara uygun yapılıp yapılmadığını kontrol ettik. Çalışanlar kendinden emin odunları gözümüzün önünde ölçtüler. Gayet düzgün kesilmişlerdi. Yakacak odunları ve endüstriyel odunları ayırmışlar. Ellerinize sağlık deyip kolaylıklar dileyerek ayrıldık. Yoldan sapıp Çataltepe'ye çıkan patikaya saptık. Bakım yapılan alanlar ile yapılmayan alanlar kendini gösteriyordu. Tepe üstüne giden üretim patikalarını takip ettik. Tepe üstüne doğru epeyce yaşlı olduğu anlaşılan kesilmiş kestane kütüklerine rastladık. Bol vardı. Kestanelerin kestane kanserinden dolayı kuruduğunu gösterip, kuruyan ağaçların kesilerek çıkarıldığını hatırlattık. Bütün dünyada yaygın olan kansere bir çare bulunamadığını da eklemeyi unutmadık. Çataltepe köyünün adını aldığı tepe 493 metre imiş. Biga'nın en yüksek tepesi olup olmadığını merak konusu oldu. Işıkeli üstündeki Kartal Yangın Gözetleme Kulesinin bulunduğu Abdal Tepesi 602 metre. Yolindi Köyü'nün üstündeki tepe ise 900 metreye yakın. Çataltepe üzerindeki üretim patikalarını takip ederek müthiş sonbahar renklerinin arasından inişe geçiyoruz. Genç meşe ağaçlarının arasında adeta orman banyosu yaparak huzur içerisinde Büyük İskenderin Lampsakos'tan (Lapseki) Granikosa doğru giderken izlediği yoldan ilerliyoruz. Arabakonağı Köyü'nden gelen yoldan köyün batısındaki tepeciğe tırmandık. Biraz yayvan olan tepenin üstünde bir kuyu bizi şaşırttı. Tepe üstünden Çataltepe'ye baktık. Muhteşem sonbahar renkleri. Tepeden kuzeye ve doğuya bakıyoruz. Suları bitmek üzere olan Gürgendere ve Kozçeşme Göletleri, Tarım arazileri arasındaki ormanlar ve köyler… Muhteşem bir manzara. Uzaklarda Marmara Denizi. Çataltepe Köyü su deposundan başlattığımız tarih, doğa içerisindeki ATA'ya SAYGI yürüyüşümüzde Arabakonağı su deposuna ulaşıyoruz. Bahçede bağlı bir köpek bizi havlayarak karşılıyor. Diğer arkadaşlar inene kadar banka ilişiyoruz. Rahmi Bey yaklaşıyor bize doğru. Selamlıyor. Ona soruyoruz köyün ismini nereden aldığını. Bu civarlarda eskiden gavurların oturduğundan bahsediyor. Köyün bulunduğu alanda yol geçtiğini, düzlükte bulunan çeşmeye duran araçlardan dolayı Arabakonağı adını aldığından bahsediyor. Köyün adı, 1928 yılı kayıtlarında da Arabakonağı, 1946 yılı kayıtlarında ise İrfaniye olarak geçmekte imiş. Literatürde Arabakonağı'nın göçmen köyü olduğu, 93 muhacirlerinin 1879 yılında kurduğu bir köy olduğu yazılı. Su deposundan köy yoluna giriyoruz. Bizi köyde bekleyen aracımıza ulaşıyoruz. Köyün kahvesi açık fakat çay yok maalesef. Köyde söyle bir dolanıyoruz. Bazı vatandaşlar camide onarım işleri ile uğraşıyor. Köy meydanındaki evlerin kapılarında çiçekler kendini gösteriyor. Aracımıza biniyoruz. Gürgendere köyünün yanından geçerek Kozçeşme Göleti'nin savağı üzerindeki yoldan bir zamanların beldesi nüfusunun azalmasından dolayı köy statüsü alan Kozçeşmeyi geçip Biga yolundan Selvi köyünün içinden Balıklıçeşme Köyüne ulaşıyoruz. Balıklıçeşme köyünün içinden geçiyor Çanakkale Bursa asfaltı yanındaki Atatürk Çamlığı çay bahçesine dalıyoruz. Girişte bir bilgilendirme tabelası bizi karşılıyor. Tabela'da 1880 yılında Bulgaristan'ın Tırnova Kazasının Agatya köyünden gelen 80 hane 93 harbi muhacirleri tarafından kurulduğu, Sultan Hamit'in köşkünü boyadığı ve padişah tarafından beğenildiği için kurucularından Boyacı Ali Çavuş isteği üzerine padişah tarafından köyün kuruluş planı çizdirilmiş ve meydanda bulunan çeşmenin kaynağında çok balık bulunduğu için Balıklıçeşme adını verilmiş olduğu kayıtlı. Kahvenin içine giriyoruz. Sobanın ısısı yüzümüzü yalıyor. Birer sandalye çekip sobanın etrafını sarıyoruz. Çaylar güzel. Sıcacık çaylar hoş sohbetten sonra dışarı çıkıyoruz. Çay bahçesinin yan tarafında bir laf dikkatimizi çekiyor. "Bugün çok güzelsin, çünkü şehrin en iyisindesin." Biga'da olmak, Bigalı olmak çok güzel. Bizler de çok güzeliz. Çünkü Biga çok güzel, Biga'nın her köşesi çok güzel…….