11 Aralık Dünya Dağ günü olarak kutlanmış yıllardır. Her yıl Dünya Dağ günü bir tema ile anılmış. ULUSLARARASI DAĞ GÜNÜ 2024 YILI TEMASI: YENİLİKÇİLİK, ADAPTASYON VE GENÇLİK olarak belirlenmiş. Dağ, çevresindeki karasal alanlardan daha yüksek olan kara kütlelerine verilen addır. Dağların yüksekliği 2000 metre ile 8850 metre arasında değişir. 2000 metreden daha alçak oluşumlar tepe olarak adlandırılır. Biga'da dağlardan sözetmek biraz yersizdir. Zira Biga'nın en yüksek yeri Yolindi Köyü'nün arkasında yer alan Armutcuk tepesidir ki yüksekliği 871 metredir. Biganın sırtını dayadığı Balıkkaya Tepesi 180 metre, Biga ormanlarının Gözü yangın gözetleme kulesinin bulunduğu Abdal Tepe 602 metredir. Biga Çelikgürü Köyünden Gürgendere, Kazmalı, Karaağaç, Ramazanlar, Ahmetler, Harmanlı, Çeltik, Dikmen, Katrancı, Ilıcabaşı, Sanıç , Yolindi, Yenimahalle, Kepekli, Köylerinin bulunduğu alanlar genellikle 200-600 metre yükseklikte tepelerin bulunduğu alanlardır. Pazar saat beş gibi uyandım. Dışarıda yağmurun şakırtısı duyuluyordu. Meteoroloji bülteninde olduğu gibi 5-8 arası yağmur yağacak, 9'dan sonra hava açacaktı. Bir süre yağdıktan sonra yağmur durdu. Dünya Dağ Günü temalı yürüyüşümüzü Biga'nın tepelerinde gerçekleştirmek üzere 8 Aralık Pazar sabahı sabah namazından hemen sonra hazırlanıp yola çıktım. Gökyüzü kapkara. Her Pazar buluştuğumuz Belediye Durağında buluştuk BİGTAY olarak. Hoşbeş ve selamlaşmadan sonra Biga'nın eski çiftlik köylerinden Abdiağa Köyü'nün yolunu tuttuk. Köy kahvesinde bizi Kahvehane İşleticisi Şeref Bey ve eşi karşıladı. Sırt çantalarımızda getirdiğimiz kahvaltılıkları Abdiağa Köyü'nün Abdal Suyun'dan yapılmış çayından yudumlayarak yedik. Aracımıza binerek Işıkeli yoluna çıktık. 307 rakımlı Kömür Tepe'nin batısında Işıkeli asfaltının kenarında yer alan Abdal Suyu namı diğer Kaymakam çeşmesi'nin yanından geçerken küçük bilgiler vermeyi unutmadık. Yürüyüşümüze buradan başlayacakken Biga'nın sevilen ve tanınan esnafından Ali Kömürcüoğlu'nun eşinin ölümü nedeni ile cenaze törenine katılmak isteyen arkadaşlar için yürüme mesafesini kısaltmak için Abdal Tepe'nin arkasından Arabaalanı Kule yolu kavşağından gitmek üzere yola devam ettik. Işıkelini geçer geçmez kuvvetli bir güneş ışığı gözlerimizi kamaştırdı. Eşekçi'ye neden Işıkeli dendiğini anlamış olduk. Abdal Tepe'nin güneyindeki boyun noktasından güneş bütün parlaklığı ile bizi karşılıyordu. Kule yol kavşağında aracımızı durdurduk. Kule yolundan karaçamların yoğun olduğu meşcereleri arkamızda bırakarak sol tarafımızda genç meşe lerin arasındaki yoldan bir süre yürüdükten sonra sağa giden orman yoluna saptık. Karaoluk çeşmesi civarından geçerken Arabaalan Köyü'nün içme suyu kaynağı olduğunu hatırladık. Abdal Tepenin doğu yamaçlarından ormanın içindeki patikalardan zikzaklar çizerek Çal deresine doğru ilerledik. İki yıl önce yapılan orman yoluna çıkınca dün geceden yağan yağmurun baya etkili olduğunu ayağımıza bulaşan ve yürüdükçe ağırlaşan ayakkabılarımızdan anlamak zor değildi. Bulduğumuz patikalardan mümkün olduğunda orman içerisine girmeye çalışırken zaman zaman da yeni çamurlu yola çıkmak zorunda kaldık. Bir süre yeni açılan orman yolundan ilerlerken yolun üstünün genellikle meşe ağaçlarından oluşması alt kısmında ise kayın ağaçlarının yoğunluğu gözden kaçmıyordu. Yoldan sola Çal Deresine doğru daldık uygun bir alandan. Kayınların yerini meşeler almıştı bu arada. Dere içindeki ekosistem çok farklı bu ara. Kayaların üzeri özel dokunmuş yosunlarla kaplı. Bazı kayaları yemyeşil yosunların arasından çıkmış eğrelti türleri muhteşem bir görüntü veriyordu. Aralık ayının ortasına gelmiş olmamıza rağmen derelere henüz su ulaşmamıştı. Kuru dere içinde bir süre mola verdik. Mola esnasında orman sarmaşığı, yosun ve eğrelti türleri ile süslenmiş kovuk çınar ağacının kovuğunda fotoğraf çektirmek muhteşem bir duygu. Sırt çantalarımızda getirdiğimiz fındık fıstık, elma mandalina vs çıkararak birbirimize ikram ederek yedik. Dere içinde yürümeye devam ettik. Her attığımız adımda ilginç ağaçlar, kayalar, dere içindeki oluşumlar … yürüyüşümüzü daha heyecanlı hale getiriyordu. Her attığımız adımda ne göreceğiz diye merak içinde yürüyoruz. Birden yüksek kayalar, kayaların önünde su dolu çukurlar kesti önümüzü. Bir sağa baktık, bir sola baktık. Biz geçeriz ama arkamızdan gelen 30 kişi geçebilecek mi. Dere kenarından minik patikaları keşfederek geçip geçemeyeceğimizi kestirmeye çalışıyoruz. Önden birkaç arkadaş denedik geçilebiliyor. Arkamızdan gelenlerin de her türlü şartlara alışık olması bizi rahatlattı. Kayalar kaygan, ayaklarımızı atabileceğimiz yer kısıtlı. Yere sağlam basmak yetmiyor, her ihtimale karşı kayıp düşmemek için ellerimizi de ustaca kullanmak gerektiği kanaatına vardık. Ellerimizle ağaç dallarına sıkıca tutunarak birer birer geçmesini sağladık arkadaşlarımızı. Biraz sonra Çal Dere ile Çıkrık Derenin birleştiği yere geldik. Çıkrık Dere'den gelen suyu görünce gözlerimiz parladı. Yaz boyunca devam eden kuraklıktan dolayı bugüne kadar yaptığımız yürüyüşlerde hep kuru derelerden geçmiştik. Su muhteşem. Su sesi daha muhteşem. Can Yücel Su Gibi şiirinde "…..Dostlar ırmak gibidir Kiminin suyu az, kiminin çok Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya…. " derken bence dostlarla yola çıkmışken orman içinde önümüze çıkan suyun bizde bıraktığı etkiyi anlatmış sanki. Aynı amaçla doğada ruhumuzu dinlendirmek için çıktığımız yolda aradığımızı buluyoruz galiba. O kadar meşakkate o kadar zahmete rağmen arkadaşlarımızın yüzündeki heyecanı, mutluluğu, dingin ruhunun etrafına verdiği olumlu enerjiyi anlamak zor değil. Kuru dere içinde yürürken ağaçların sonbaharın etkisi ile dökülen yaprakları ve dallarından düşen kuru dalların üzerine bastıkça çıkardığı çıtırtıların sesini Çıkrık dere'den akan suyun şırıltısı bastırdı. Çal deresi ile Çıkrık Dere birleşerek Menzil deresini oluşturmuştu. Dere boyunca akan suyun gittiği istikameti takip ederek yürüyüşümüze devam ettik. Artık rehberimiz su idi. Çünkü hedefimiz derenin sonundaki köprü üstünde bekleyen araç kaptanımız Sadullah'tı. Bu ara Biga'nın 12 Köyüne Arabaalan'daki kaynaktan su taşıyan zaman zaman eski boruyu takip eden zaman zaman da arazinin sarplığından dolayı dere kenarından devam eden su isale hattını görebiliyoruz. Zaman zaman yeraltına gömülmüş zaman zaman da dere kenarına açıkta gördüğümüz kah mavi kah siyah boruyu da takip ediyoruz. 2021 yılından beri bitirilememiş bir su isale hattı. Bu ara önümüze bir sürü yerli sığır çıktı. Önümüzden ilerliyorlar. Köy yukarıda kaldı. Sığırlar bizim önümüzde. Geri dönmüyorlar. Dere içinde kızılağaçlar artmaya başladı. Uzun ve düzgün gövdeleri ile dere içinde sanki güneşi yakalamak için gökyüzüne ulaşmaya çalışmışlar. Dere kenarında zaman zaman düz duvar gibi duran kireçtaşı kayalar muhteşem. Kayaların çatlaklarından inadına aşağılara uzanan ağaç kökleri, kaya yamaçlarında tutunmuş ağaç gövdeleri ayrı bir güzellik oluşturuyor. Bu ara güneş inadına parlak. Hatta yürüdüğümüz yol üzerinde zaman zaman net olarak görebildiğimiz güneş iliklerimize kadar ısıtıyor bizi. Birden Menzil deresi içinde akan su kayboldu. Kupkuru bir dere içinde yürüyoruz. Acaba dere içinde kaybolan su nereden yüzeye çıkacak merakla yürümeye devam ediyoruz. Ama menzil köprüsünü gördük suyu göremeden. Köprünün yakınında aracımız. Hoşoba - Camialan köy yoluna çıkıyoruz. Yolun solundaki çeşme de kurumuş maalesef. Araca biniyor ve Taşoluk Barajının gövdesine doğru tırmanıyoruz. Hacıköy yolundan Biga'ya doğru hızla ilerliyoruz.